• Nombre de visites :
  • 2125
  • 24/10/2007
  • Date :

Hayatın Akışı ve İnsanoğlunun Medeniyeti

hayatın akışı

     Bilim adamları yerküre üzerindeki ilk yaşam izlerini araştırdıkça konu derinleşmekte, ilk canlılık işaretlerinin geçmişi alabildiğine gerilere gitmekte ve mesele giderek daha muğlak ve karmaşık boyutlara ulaşmaktadır.

     İnsanoğlunun dünya küresindeki hayatı pek geçmişlere dayanmadığı ve yerkürenin yaşına, hatta ilk canlının oluşumuna oranla çok yakın bir geçmişi bulunduğu hâlde; insanoğlunun dünya küresindeki yaşamının geçmişi ve tarih ötesi geçirdiği evreler hakkında net ve belirgin bilgiler henüz elde edilebilmiş değildir. Bütün bunlara rağmen arkeolog ve jeologların eski insanlardan kalma iz ve eserleri inceleyerek insanoğlunun geçirdiği çeşitli evrelere dair ilginç bulgu ve bilgilere ulaştıkları da bilinmektedir.[1]

     Yerbilimciler, bu bulgu ve bilgilere dayanarak tarih öncesini belli evrelere ayırırlar.

     Bu bilgilere göre, taş devri insanları yaşamlarını sürdürebilip karınlarını doyurmak için taş, sopa ve benzeri en ilkel eşyaları silâh olarak kullanmış, bunlarla avlanmışlardır. Yırtıcı hayvanlardan korkmuş, onlardan kurtulabilmek için oyuklara, mağaralara sığınmıştır. İlkel insan fırtına, şimşek, gök gürültüsü vb. doğa olaylarından dehşete kapılmış, karanlıktan korkarak sabahlamıştır. Bu evre, ilkel insanın salt bir "avcı" olduğu ve bütün yaşamının av bulmak ve avını alt edebilmek için güçlenmenin yollarını aradığı evredir. Taş devri, ilkel insanın en ilkel yöntemlerle taşı balta ve kesici bir uç gibi (ok, mızrak vs. ucu) kullandığı dönemdir.

     Bu çetin evreyi geçirirken ilkel insan ateşi keşfetti, yiyeceğini pişirmeyi öğrendi ve gecenin ürkütücü karanlığını yenebildi. Bu evre asırlar sürdü ve ilkel insan eski taş devrini geride bıraktı.

     Yeni taş devri, insanoğlunun günlük yaşamının çeşitli boyutlarında değişimlerin olduğu dönemdir. Bu dönemde de insanoğlunun kullandığı tek gereç her ne kadar sadece taştan ibaret olmuşsa da, bu evrede taşı işlemiş, yontmuş, çeşitli amaçlarla ona çeşitli şekiller vermiş, muntazam ve cilalı hâle getirmiştir. Bu nedenle çoğu tarihçiler bu evreyi "Cilalı Taş Devri" olarak tanımlar.

     Derken, taş ve kalas parçalarını kullanarak kendisine ev yapmayı öğrendi ve mağaradan çıktı, çamur ve külle güneş ve ateşi kullanarak çanak-çömlek yapmasını öğrendi, çiftçilik ve hayvancılığı denedi, bazı hayvanları evcilleştirdi. Toprağa tohum ekmeyi, bazı bitki ve ağaçları yetiştirmeyi, mızrak, ok ve yayla avlanmayı öğrendi. Böylece insanoğlu taş devrini hızla geride bırakarak, maden devrine geçti.

     Medeniyetin yeşerdiği çağ, maden çağıdır; bu devirde insanoğlu yepyeni bir hayata gözlerini açtı. Artık o, sürekli yiyecek peşinde koşan aç bir mahluk değildir. Karşılaştığı çeşitli olaylar, onun dikkatini midesinden dış dünyaya, etrafında olup bitenlere çekti. Tabiatla olan savaşta elde ettiği zaferler arttıkça ve doğaya galebe çaldıkça, insanın ihtiyaçları da arttı. Kısacası, barbar ve vahşi olan ilkel insan, medeniyeti oluşturan insana dönüşüverdi tedricen; cehalet ve bilgisizliğin kuşattığı insan, bilgi ve ilimle tanışma şansına kavuştu.

     İnsanoğlunu diğer hayvanlardan ayırıp onu ayrıcalıklı kılan şey, onun içinden gelen, ruhundan kaynaklanan bir şeydi: Varlıkların en şaşırtıcı olanı, yani akıl, idrak ve bilinçti bu. İnsanoğlunun gözlerinin ardında "akıl" denilen bu muhteşem güç vardı. Bu güç, onu yepyeni ufuklara çekiyor, önüne yeni yollar açıyordu. Attığı her adım heyecanını ateşliyor, merak duygusunu kamçılıyor, giderek kendine olan güvenini artırıyordu. Tarihin oluşmasını sağlayıp insanoğlunun gidişatını belirleyen bu inanılmaz güç, tavsifi imkânsız olan ve gözle görülemeyen bu harikulade varlık "akıl"dan başkası değildi.  İnsanoğlu bu nimet sayesinde eşya ve nesnenin niteliğini keşfetti, düşündü, inceledi, tecrübe kazandı, öğrendiklerini, beyninin şaşırtıcı bölümü olan "hafıza"sına kaydetti ve yeni olaylar, tehlikeli maceralarla karşılaştığında hafızasına kaydettiği bu bilgileri, yani tecrübesini kullandı.

     Milâttan 4 bin yıl önce insanoğlu medeniyetin çeşitli dallarında ilerledi, yazıyı keşfetti, ticareti öğrendi, sanatla uğraştı ve medeniyetin en önemli temellerini böylece oluşturmuş oldu.

     Tarihin bu kesitinde insan taşa ve madene biçim verdi, inşaatla uğraştı, daha rahat bir yaşam için bakır, sonra da demir eşyalar yaptı. Büyük bir dinin temeli atılmış oldu, Babil diyarında Hz. İbrahim (a.s) güneşi doğdu. Yüce Yaradan, Babil'in şaşkın halkına yol gösterip onları idare etmek ve ciddi bir uğraş vermekle görevlendirdi İbrahim'i.

      Hz. İbrahim (a.s) Peygamberlik görevi gereği akla ve mantığa aykırı olan fikir ve inançlarla savaştı, hâl böyle olunca, söz konusu fikir ve inançlara sahip olanlar onun karşısına dikildiler. Bu karşı cephelerin en güçlüsü Nemrut cephesiydi Hz. İbrahim'in (a.s) yaptığı tebliği, kendi varlığı için en büyük tehlike olarak gördüğünden bütün gücüyle onun karşısına dikildi. Ama Hz. İbrahim (a.s) tevhit esasına dayalı yöntemleriyle Allah inancını tebliğ edip yılmadan tağutlarla zalimlere karşı muazzam bir mücadele sergiledi ve böylece Nemrud'un şeytani gücünü kırdı. Ardından, uzun yolculuklara çıktı ve bunlardan birinde Hicaz beldesine vardı, burada, oğlu İsmail'in de (a.s) yardımıyla Tevhid Evi'nin temellerini attı, Kâbe'yi inşa etti.

Maden devrinden sonra tarihin ilk dönemi, başka bir deyişle medeniyetin ilk çağı başlar.

      Milâttan 750 yıl öncesine kadar vuku bulan olaylar, tarihte kayıtlıdır.

     Roma İmparatorluğu'nun 2. yüzyılında İran'da Zerdüşt kendi düşüncelerini yaymaya başlar. Aynı süreçte Laots'la Konfiçyus Japonya'yla Çin'de, Buda da Hindistan'da felsefenin temellerini attılar. Yunanistan da Aristo'yla Eflatun'u yetiştirdi. Derken, insanoğlunun bütün varlığını maddiyatçılık hastalığı kuşatınca Hz. İsa Mesih (a.s) insanları ıslâh edip hidayete kavuşturmak üzere, Allah-u Tealâ -c.c- tarafından görevlendirildi. İnsanlığı, Yahudiliğin saplanıp kaldığı maddiyat bataklığından çekip kurtarmak, fesat ve ahlâksızlığı giderip insanları edep ve ahlâkla donatmakla vazifelendirildi ve bu uğurda kıyam etti.

      Bu dönemin en belirgin özelliklerinden biri iletişim yöntemleriyle haberleşme araçları, binalar, sanayi, teknoloji ve tıp bilimidir.

      Milâttan sonra, 476'dan itibaren ortaçağ dönemi başlar. Bu dönem birçok olaya şahit olmuştur, kilise elde ettiği ruhani gücüne ilaveten toplumun düşüncesine de egemen olmaya kalkışır ve düşüncelere tasallut eder, hunharlık, cehalet, dağınıklık ve vahşet; ortaçağ Avrupa'sının en belirgin vasıflarıdır. Avrupa'nın bu karanlık çağı yaşamakta olduğu günlerde doğuda İslâm medeniyetinin temelleri atılmıştır.

      Yenilenme dönemi olan yeniçağ, Fatih Sultan Muhammed Han'ın 1453'te Bizans'a girerek Doğu Roma İmparatorluğuna son vermesi ve "Konstantiniye"yi tarihe gömüp İslâm tarihine "İslâmbul"u kazandırmasıyla başlar. Avrupa'da İngiltere, Fransa, Almanya ve Avusturya devletlerinin güçlenmesi de bu döneme rastlar; aynı dönemde pusulanın keşfedilmesiyle Atlas Okyanusu aşılmış ve Amerika keşfedilmiştir. Bu dönemin en belirgin özelliği fikrî ve ilmî sahalardaki gelişmeler, beynelmilel ilişkilerin oluşması ve güçlü iktidarların kurulmasıdır

     1789'da gerçekleşen Fransa devrimiyle dünya, teknoloji dünyasına adım attı, yeni buluşlar, keşifler ve icatlar hızla arttı, her şey yepyeni bir renge büründü ve bu büyük inkılâp neticesindedir ki Avrupa dünyasının tarihinde yeni bir sayfa açılmış oldu.


[1]- Arkeologlara göre insanoğlu çeşitli evreler geçirmiş, ileri medeniyetler oluşturmuş, ama zamanla hepsi yok olmuştur. Bunlarla ilgili olarak yeraltında, örneğin kazılarda zorlukla bulunan kalıntı ve eserlerde bazı izlere rastlamak mümkün olabilmektedir. Hâlâ ayakta duran en son dönem ve evrenin, Hz. Âdem'le (a.s) başlayan dönem olması kuvvetle muhtemeldir.

 

 

 

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)