Batılı Sistemler ile İslami İnanış Arasındaki Ayrıntılar(2.Bölüm)
"Rekabet" kavramı diğer kavramlar gibi etkisini politik, ekonomik, sosyal, kültürel ve felsefî sahalarda da göstermiştir. Yaşayanlar arasında var olabilme mücadelesinin doğal sonucu olarak ortaya çıkmış, sınıf mücadelesinin kanunu olmuş ve dünyayı diyalektik yorumlayışın felsefî teorisi halini almıştır. Genel bir gerçekliği belirten bilimsel ve felsefî etiketlere sahip olmalarına rağmen
bütün bu çabalar, modern insanın aşın rekabet şuuru nedeniyledir.
Rekabet (compatition) ekonomiye öncülük etmede hem sınıfsal hem de bireysel düzlemde batı ülkelerindeki fasılasız ilerlemeye dair aktivitelerde önemli bir rol oynamıştır. Bireysel düzlemde, ticarî şirketler ve serbest ekonomi temeli üzerine kurulu olarak gelişen endüstriyel organizasyonlar arasında sınırsız ve acı dolu bir rekabet şeklinde sonuçlandı. Sınıfsal düzlemde devrimci toplumlarda ülkenin tüm üretim faaliyetlerinin kazanılmasına ve ekonomik gelişme amacına binaen bütün kaynakların seferber edilmesine hız kazandırıcı faktör oldu.
Bu kavram, ekonomiyi ilgilendirdiği kadar batının ahlakî pratiğinden ve dinsel öğretiler tarafından telkin edilenlerden tamamıyla farklıdır.
Müslüman coğrafyada yaşayan doğu adamı uzun zamandır dinsel terbiye almış ve ilahî misyonca yönlendirilmişti. Doğal olarak onun ilk dikkatini çeken ve uğraşmaya değer bulduğu şey metafizik dünyaydı. Başka bir deyişle; önce göğe bakardı.
Müslümanların metafizikî şeylerle fiziksel olanlardan daha fazla ilgilenmesi onları, fizikî anlaşılabilir olanlar yerine zihinsel olan sahalarda daha fazla dikkat harcayarak gelişim sağlamaya sürükledi.
İşte bu altyapı yüzünden, Müslümanlar maddi ilerlemenin cazibesi karşısında öyle pek fazla büyülenmediler. Bir Müslüman ne zaman kendi maddî veya manevî çıkarları arasında bir çelişki görse, hemen maddesel menfaatlere karşı negatif bir tutum içerisine girer. Ve bu negatif tutum, bazen terk edip geri çekilme, bazen kanaat, bazen de sıradan bir laterji (uyuşukluk) olurdu.
Gayba imanı nedeniyle, bir Müslüman, kendisinin daima olağanüstü güçler tarafından seyredildiğini ve kontrol edildiğini hisseder. İşte bu nedenledir ki takva sahibi bir Müslüman dua ve niyazlarında sorunlarını Allah'a arz eder. Bir Müslüman hep bu şuurla yön kazanmıştır. Hep kendi içinde tescili bulmuştur. Her olayda inancı, batı adamının sahip olduğu, ahlakî ve kişisel özgürlüğünü kısıtlar.
Ahlakî açıdan bakıldığında bu tür iç kısıtlama, bir Müslümancın içinde yaşadığı toplumun menfaatinedir. Bir batı gibi rekabet ve çelişki duygusu yerine o, kendisini toplumuyla çok yakın bağlantılı ve bütünsel bir ahenk içinde görür. İslam'ın evrensel misyonu, onun sosyal ilişkiler ve ahenk düşüncelerine daha geniş bir boyut kazandırır. İslam'ın mesajı bütün insanlığa şamil olduğu için evrensel toplumun bir üyesi sayar. Şayet bu bilinç, İslam Dünyası'nda ekonomik sistemin alt yapısını kurmada temci faktör olarak kullanılsaydı, ne kadar büyük, motive edici bir güç olduğu kanıtlanabilirdi. Aynı şekilde batı toplumlarının ekonomik tutumu ile ahlakı arasındaki uygunluk ekonomik sistemlerinin başarılı olmasına katkıda bulunmuştur.
Müslümanların maneviyatıyla olan zihinsel meşguliyet, bazen onları dünyevi işlere karşı negatif bir tutum içine sokabilmekte; hatta inzivaya, kanaatkârlığa ve letarjiye (uyuşukluk) götürebilmektedir.
Fakat manevi kurallar dünya işlerinde uygulanmış ve doğanın cömertliği ibadet ruhuyla kullanılmış olsaydı maneviyatları, ekonomik ilerlemenin en üst derecesine ulaştırabilecek motive edici bir güç haline dönüşebilirdi. Tabii bu yönde Müslümanların hissiyatı ve pozitif gayretleri arasındaki bütünsel mevcut olsaydı negatif bir tutum şekline adapte etmeleri için herhangi bir sebep kalmayacak veya dini görevlerini yapmada gevşek davranan Müslümanların huzursuzluğunu da hissetmeyeceklerdi. Kapitalizm veya sosyalizm üzerine kurulu bir ekonomiye sahip olmanın vereceği rahatsızlığı da...
İçsel sınırlama ve olağanüstü kontrol kavramını temel alan ahlakî tutumla uygunluk arz eden alternatif bir sistem geliştirme yolunu mümkün kılar.
Müslümanlar arasındaki homojenlik duygusu da Ümmetin geri kalmışlığa karşı vereceği mücadeleyle katkıda bulunabilir. Bu karşı koyuş Ümmetin birlik ve beraberliğinin korunması için cihad ruhundaki dinî iştiyakla sürdürebilir. Kur'an'da "Ve gücünün yettiği kadar onlar için güç (savaş allan) hazırla". "Güç" şartı, ayrıca üretimle kıstaslandırılabilecek ekonomik gücü de içerir ve Ümmetin hâkimiyetinin, birlik ve beraberliğinin korunması için son derece büyük bir öneme sahiptir.
Batılı Sistemler ile İslami İnanış Arasındaki Ayrıntılar(1.Bölüm)
Batılı Ekonomik Sistemler ve İslam Dünyasındaki Başarı Şansları