• Nombre de visites :
  • 891
  • 29/6/2016
  • Date :

Avrupa'nın  Irkçı Sırrı, İnsanat Bahçeleri
avrupanın  irkçı sırrı, insanat bahçeleri


Belçika'nın başkenti Brüksel, ikinci emperyalist paylaşım savaşı 1945'te sona erdiğinden beri pek çok politikacı, diplomat ve iş dünyasından yüksek rütbeli insanı ağırlıyor. 1970'lerden beri, Avrupa Birliği'nin kalbi ve de facto başkenti. Aynı zamanda Avrupa Birliği'nin işleyişinden sorumlu pek çok yapıyı da bünyesinde barındırıyor Brüksel. Bu özellikleri de Brüksel'i müreffeh Avrupa medeniyetinin insani değerlerinin sembollerinden biri yapıyor.
Fakat Brüksel'e atfedilen anlamlar şehrin ırkçı geçmişini gölgelemeye yetmiyor. Çok eski değil, 1950 'lerde Brüksel birçok 'human zoo'ya (insanat bahçesi) ev sahipliği yapıyordu. 1958 yılında Brüksel savaştan sonraki ilk Dünya Fuarı'nı ağırlıyordu. Yılın nisan ile ekim ayları arasında süren fuar, eşitlik ve kardeşliğe dair söylevlerin verildiği ve insan medeniyetinin geleceğine dair büyük umutların endüstriyel gelişimle beraber kutlandığı bir etkinlikti. Sergilenenler arasında daha sonra Brüksel'in sembollerinden biri olacak muazzam Atomium heykeli ve meşhur bestekar Edgard Varese'nin yaşamın gelişimi ve medeniyetin evrensel bir harmoniye doğru ilerlediği naif anlatısı, 8 dakikalık şaheserPoème électronique vardı.
Tüm bu uzay çağı harikalarının ve dünyanın dört bir yanından gelen sergilerin içinde bir de Belçika'ya dair gösterilerin ve eserlerin bulunduğu bir eğlence çadırı vardı. Fotoğraftaki şık giyimli kadın, eğlence çadırının seyircilerin sergilenenleri besleyip sevebileceği bölümünde, çitlerin gerisinde sergilenen insanlardan birine yemek veriyor, küçük siyahi bir kız çocuğuna.
Korkunç değil mi? Şok edici? İnanılmaz?
1958 Fuarı'nı ziyaret eden 41 milyon (sayıyla 41,000,000) kişi bu manzarayı izledi. Hiçbir şey olmadı. Ne bir isyan, ne de bir tepki ٦ Peki, savaşın yarattığı ırkçılık karşıtı atmosfer bu insanların farklı ten rengine sahip diğer insanlara karşı birazcık, sadece birazcık saygı geliştirmesine sebep olmadı mı? Hayır, belli ki olmamış. İnsanat bahçeleri, beyaz Avrupalıların gidip diğer etnik gruplara mensup insanları kafeslerinde ziyaret edebilecekleri yerlerdi. Bazılarında ise insanlar özel olarak inşa edilmiş egzotik köylerde sergileniyordu. Böylece otantik yaratıklar doğal ortamlarında seyredilebiliyordu.
Hatırlatmak gerekirse 1958, NASA'nın kurulduğu yıldı. Mikroçiplerin icat edildiği, Marilyn Monroe ٙnun dünyanın göz bebeği olduğu, Avrupa Birliği ٙnin öncülü Avrupa Ekonomik Birliği'nin kurulduğu yıl. Avrupa'da bu insanat bahçelerinin tarihi 16'ncı yüzyıla, kardinal Ippolito de  Medici'nin Vatikan'da çeşitli egzotik hayvanları sergilediği canlı hayvan koleksiyonlarına kadar gidiyor. Ondan önce de kolonyalizm öncesi (1502-1520) Orta Amerika ٙda hüküm süren 2'nci Moctezuma nın cüceleri, albinoları ve kamburları sergilediği biliniyor.
Avrupa'daki insanat bahçeleri, beyazların siyahlara ahlaki açıdan üstün olduklarını hissettiği yerlerdi. Böylece beyazlar diğer ülkelere yaptıkları işgal ve sömürüyü, kendilerinin medeni ve diğerlerinin gelişmemiş olduklarını iddia ederek meşrulaştırabiliyorlardı. Böylece beyazlardan oluşan toplumların zengin ve elit kesimleri, daha aşağıdaki sosyal sınıfların Pigmeleri, Bushmanleri, Zuluları ya da Kongoluları bu tarz yerlerde izleyip bir çeşit müphem ahlaki üstünlük hissetmelerine sebebiyet vermiş oluyordu.
800'ler boyunca Avrupa'nın her yanında (Paris, Hamburg, Antwerp, Barselona, Londra, Milan, Varşova) ve New York'ta onlarca insanat bahçesi açıldı ve sahiplerine (bugünün ekonomisiyle denkleştirilince) milyonlarca dolar kazandırdı. Bu sergiler bir grup meraklının ya da sapığın gösterdiği ilgi  etkinlikler değil; aristokrasinin, politikacıların, halkın her kesiminden milyonlarca insanın katıldığı büyük kültürel etkinliklerdi. Örneğin 1931 yılında Paris'te yapılan Kolonyal Panayır'a sadece altı ayda 34 milyon kişi katıldı. Bunların yaklaşık 7 ila 9 milyonunu ise başka ülkelerden gelen insanlar oluşturuyordu.
Peki, bu gösterileri ve sergileri ziyaret eden insanlar işin aslını bilmiyorlar mıydı? Tabii ki biliyorlardı. Bildikleri için o insanları kafeslere sokup sergilediler, kişisel çıkarları için gerçekleştirdikleri tüm o kolonyal (evet, coğrafi keşifler ) tecavüzü, yağmayı ve katliamı yarattıkları sahte üstünlükle aklamak için. Yaratılan sahte üstünlük ve farklılık beraberinde, kendilerini beyaz olarak tanımlayan insanlar için, oldukça gerçek bir psikolojik farklılığı getirdi. Bugün Avrupa'da ve ABD'de bunun izlerini görmek hâlâ mümkün. Peki ya beyaz'ın çok da geçerli olmadığı yerler? Elbette ırkçılık zamansız ve mekânsız ya da siyasetten bağımsız bir kavram değil.
Geçmişte beyazların siyahlara üstünlüğü kavramı, beyazların siyahların topraklarını ve iş güçlerini yağmalayabilmesi için yaratılmış ve beslenmişse; bugün de ABD'de Meksikalılara ya da Türkiye ٙde Suriyelilere karşı körüklenen ırkçılık, ucuz iş gücü imkânlarının korunabilmesi ve yoksulluğun yarattığı toplumsal mobiliteyi başka bir kanala yöneltmek için kullanılıyor. Benzer kaynaklardan beslenen türcülük de insanın diğer hayvanlar üzerinde kurduğu hegemonik sömürü düzeninin meşrulaştırıldığı bir sahte üstünlük kavramını kullanıyor. Bu açıdan, günümüzde varlığını koruyan hayvanat bahçeleri, sirkler, akvaryumlar ve safari turları; yaratılan biz/onlar ideolojisinin temel taşları olarak işlev görüyorlar
Gaigadergi.

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)