• Nombre de visites :
  • 1575
  • 5/8/2008
  • Date :

RAMAZAN -Bir Tevhid Eylemi ve Hayat Tarzı- 

ramazan

   Bir kez daha, doğru anlaşıldığı ve gerektiği şekilde değerlendirildiği takdirde hâsılası son derece yüksek olan bir aya, kutlu ramazana eriştik. İnsana bizzat kendisiyle, diğer insanlarla, içinde yaşadığı fiziksel dünyayla ve en önemlisi de rabbiyle olan ilişkilerini en doğru ve en güzel tarzda inşa etme imkân ve ortamını sağlayan oruç mevsimi bir kez daha bütün güzellikleriyle geldi. Maddi ve manevi yapısıyla; bireysel ve toplumsal yönleriyle; inanç, düşünce ve duygularıyla mensuplarını kuşatıp yüceltecek bir arınma mevsimine yine eriştik. Umulur ki, işlerinde adil ve dolayısıyla hakka uygun olma konusunda bilinçli bir kişiliğe, güzel ahlâkla donanmış bir hayat tarzına, hakikati kavrayan bir akla sahip bireyler haline gelme kararlılığına vesile olan ve bu kararı gerçekleştirmek için çok büyük imkânlar sunan bu arınma ve diriliş mevsiminden en yüksek oranda yararlanırız. Ama elbette ki tüm bunların gerçekleşebilmesi, bir temenni olmaktan çıkıp hissedilen, yaşanılan gerçeklere dönüşebilmesi önemli bir şarta bağlı. Bu şart, genelde ramazanı, özelde ise ramazanı herhangi bir ay olmaktan çıkarıp yücelten orucu doğru anlamakla ilgilidir. Hiç kuşkusuz, ramazanı sadece bazı fizyolojik ihtiyaçları ertelemekten ve en kısa sürede bitirme yarışına dönüşmüş teravih namazlarından ibadet zannedenler onun bereketinden, onun hayra, güzele, doğruya sevk edici, ahlâkı mükemmelleştirici, inancı saflaştırıcı etkilerinden uzak kalacaklar veya onun bu özelliklerinden gerektiği kadar nasiplenemeyeceklerdir. O halde nedir ramazan ve ramazanı herhangi bir ay olmaktan çıkarıp yücelten oruç? Açıktır ki, böylesi bir soruya cevap için referansımız bireysel düşünce ve kanaatlerimiz olamaz. İlgili soruya cevabın referansı, on iki aydan birisini arınma ve diriliş mevsimi yapan, orucu bir tevhid eylemine, esenliğe, kurtuluşa, yücelişe vesile kılan Kur’an ve onun kutlu elçisinin açıklamaları olmak zorundadır. Bu nedenle konu bağlamında Kur’an ve hadise yöneleceğiz. Şimdi konuyla ilgili ayet ve hadislerden hareketle özel olarak oruç için, genel olarak da oruç mevsimi olan ramazan için söylenebileceklerden en önemli bazı özellikleri tespit etmeye çalışalım.

ramazan

    Oruç Bir Tevhid Eylemidir

     Sözlüklerde ’bölünmek’, ’parçalanmak’ anlamlarına gelen şirk, Kur’an da, Allah ile kulun arasında olması gereken rab-kul ilişkisinin koparılıp daha başka kulluk ilişkileri oluşturmak, sahte rablere itaat edip onlara kulluk etmek anlamlarında geçmektedir. Şirkin Kur’an’daki anlamından hareket ederek söylemek gerekirse; olması gereken rab-kul ilişkisi parçalanıp yok edilince insan yaratılış gayesinden uzaklaşır; mutlak hakikate sırtını döner;  ’Ben sizin rabbinizim’ ilahi bildirisine ’evet sen bizim rabbimizsin’ (Araf, 7:172) diyen özüne aykırı bir konuma düşer. Bu nedenle de şirkin egemen olduğu yerde gözyaşı, felaket, sömürü, haksızlık, kötülük, ahlaksızlık... hiç eksik olmaz. Sözlüklerde ’birlik’, ’birlemek/birleştirmek’ anlamlarına gelen ve Kur’an da gereğine göre olunması emredilen tevhid ise, kulun rab olarak sadece Allah’ı bilmesi ve O’nun bildirdiklerine göre inancını oluşturup, hayatını tanzim etmesini ifade eder. Bu durum bir ayette şu şekilde ifadelendirilmiştir:  ’Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler’(Rûm, 30:30). Kul, inancında ve hayatında tevhidi gerçekleştirdiği zaman esenliğe erer. Zira maddi ve manevi unsurlar, bireysel ve toplumsal ilişkiler, insan ve evren arasında ’birlik’ doğar; mükemmel bir uyum ortaya çıkar. Zulüm, sömürü, kötülük, ahlâksızlık insanların bireysel ve toplumsal hayatlarından; çevre sorunları, felaketler insanlarla maddi çevre arasındaki ilişkilerden uzak, hayatta somut karşılığı olmayan içi boş kavramlara dönüşür. Bu tamamıyla tevhid hakikatinin egemenliğinin sonucudur. Şu ayetler bu durumu dile getirmektedirler: ’O (peygamberlerin gönderildiği) ülkelerin halkı inansalar ve (günahtan) sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık, fakat yalanladılar, biz de ettikleri yüzünden onları yakalayıverdik’ (Araf, 7:96).

    ’Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rablerinden onlara indirileni (Kur’an’ı) doğru dürüst uygulasalardı, şüphesiz hem üstlerinden, hem de ayaklarının altından yerlerdi (yeraltı ve yerüstü servetlerinden istifade ederek refah içinde yaşarlardı). Onlardan aşırılığa kaçmayan (iktisatlı, mutedil) bir zümre vardır; fakat çoğunun yaptıkları ne kötüdür!’ (Maide, 5:66)

dua

    ama ne var ki, insanoğlu çoğu zaman tevhidden kopup şirke meyletmiş; birlik ve uyumu terk edip bölünmüşlüğü, parçalanmayı, hakikatten kopuşu tercih etmiştir. Zira nefsinin fitne ve fesat fısıltılarına kulak vermiş, özünün hakkı dile getiren seslenişlerini duymazlıktan gelmiştir. Bu nedenle de listelenecek olsa saymakla bitirilemeyecek olumsuzluklar insanlığın ayrılmaz parçası; hayatının değişmeyen unsurları haline gelmiştir. Bu nedenle, insanlık tarihi gözyaşlarının, felaketlerin, sömürülerin, haksızlıkların, kötülüklerin, ahlâksızlıkların eksik olmadığı bir sürecin ismi olarak anlam kazanmıştır. Fakat kullarına karşı son derece şefkatli olan yüce Allah, insanları içinde bulundukları bu zor durumda çaresiz bırakmamış, insanların gerçekleştirdikleri parçalanmayı, bölünmeyi, hakikatten kopuşu iptal edip tevhidi egemen kılma muradına uygun olarak hakikati dillendiren ve tevhidin gerektirdiği hayat tarzının en güzel modelini bizzat kendi şahıslarında ortaya koyan elçiler görevlendirmiş veya elçilerinden bazıları ile de hidayet rehberi kitaplar göndermiştir.  Ayrıca, bireysel veya toplumsal hayatta şirki yok edip, tevhidi inşa etmek; inanç ve yaşantının hakikate uygunluğunu teminat altına almak için de bazı ibadetler emretmiştir. Bu ibadetler kulları şirk aldanışından, felaketinden uzak tutacak emniyet unsurları ve aynı zamanda esenlik yolunun teminatlarıdır. Namaz ise bunlardan birisi ve hatta en önemlidir. Böyle olduğu için son resulün hakikati insanlığa bir kez daha sunma sürecinde imandan sonra ilk emredilen şey olmuştur.  Namaz özü itibarıyla bir tevhid eylemidir. Zira kul ile yegâne rab olan Allah arasındaki olması gereken irtibatı kurar, bu irtibatın gereği olarak insanın duygu ve düşüncesinden, hayatından her türlü kötülüğü silip süpürerek ’tertemiz bir hayat(Hûd, 11:114) inşa eder.

    Zekât da öyle; o da bir tevhid eylemidir. Zekât, şirkin neden olduğu toplumsal sosyo-ekonomik zulümleri yok edip adaleti gerçekleştirir, Allah için malını harcayanlardan olan failini bu tutum ve tavrıyla sadece Allah’a kulluk etme bilincine eriştirir veya böylesi bir kulluğun teminatı olur. Zekâtı kapsayan, ancak zekâta göre daha geniş bir manada olan infak da bir başka tevhid eylemidir. Şu ayetler bunu açıklayan ilahî bildirilerden bazılarıdır: ’Ey iman edenler! Kendisinde artık alış-veriş, dostluk ve kayırma bulunmayan gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcayın. Gerçekleri inkâr edenler elbette zalimlerdir’ (Bakara, 2:254). ’Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça ’iyi’ ye eremezsiniz. Her ne harcarsanız, Allah onu hakkıyla bilir’ (Al-i İmran, 3:92). ’Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Resûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azîzdir, hikmet sahibidir’ (Tevbe, 9:71). ’İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler, rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de işte onlardır.’ (Tevbe, 9:20). Ve bu yazımızın esas konusu olan oruca gelince, oruç da kulları şirk aldanışından, felaketinden uzak tutacak emniyet unsuru ve aynı zamanda esenlik yolunun teminatıdır ve elbette ki o da diğerleri gibi bir diğer tevhid eylemidir. Oruç bir tevhid eylemidir; insan ile Allah arasında kul-rab irtibatını kurup, insanı sadece Allah’a kul yaparak başka her şeye karşı ’özgür’ kıldığı için. Oruç bir tevhid eylemidir; hakikati parçalamanın, hakikatten uzak durmanın ürünü olan her türlü kötülükten, ahlâksızlıktan uzak bir esenlik yolu inşa ettiği için. Ve oruç insanlığın geleneksel tevhid eylemidir; failini, ilk insandan itibaren inançta ve hayatta egemen olması gereken tevhid yoluna mensup kıldığı için. Bu durum ramazan orucunu emreden ayette açıkça dile getirilmiştir: ’Ey iman edenler! Allah, sizden öncekilere farz kıldığı gibi, orucu size de farz kıldı...’(Bakara, 2:183).  Ayette bildirildiği üzere, oruç sadece Hz Muhammed (s)’in ümmetine ait özel bir ibadet değil, insanlığın ilk ve asli dini olan İslam’ın sürekliliğinin en önemli delillerinden birisi olan önemli bir ibadettir. Buna göre, bir mümin oruç tutmakla ilk insandan itibaren kesintisiz devam eden tevhidî geleneğin devamını gerçekleştirmiş olmaktadır. Bunu yaparken de safını belirlemiş olmakta, inancını ve hayatının referansını dile getirmektedir.

AHMET CEMİL ERTUNÇ-Umran Dergisi

-------------------------------------------------------------------------

Şaban Ayının Amelleri

Ramazan ve değişen insanlar

Bin aydan hayırlı “Kadir Gecesi”

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)