• Nombre de visites :
  • 5612
  • 24/10/2007
  • Date :

NEDEN HÜSEYİN (A.S) UNUTULMUYOR?

imam hüseyin

 İnsanlık tarihinin en canlı ve en heyecanlı hamaset ve yiğitliklerinden biri haline gelen İmam Hüseyin"in (a.s yaşam tarihinin (kıyamının) önemi, sadece her yıl milyonlarca insanın en güçlü ve hırçın duygu dalgalarını kendi etrafında harekete geçirmesi ve her merasimden daha aktif ve etkili merasimler var etmesi değil, Hüseyin"in (a.s) yaşam tarihinin en önemli boyutunun tertemiz dinî, insanî ve kitlesel duygular olması ve bundan başka da bir etken ve amilin olmamasıdır. Bu tarihî kıyamı anma münasebetiyle gerçekleştirilen görkemli merasim ve gösterilerin hiç mukaddime ve tebliği faaliyete ihtiyacı yoktur ve işte bu yüzden de bu kıyamın özel bir yeri olup, bütün kıyamlar arasında benzerine rastlanılmamaktadır.

    Genelde bu hakikati bilmekteyiz, ancak çoğularının (özellikle de gayri İslamî düşünürlerin) anlayamadığı ve kördüğüm bir bilmece şeklinde kalan bir şey vardır:

Nitelik ve nicelik açısından bir çok benzeri olan bu tarihî vak"aya neden bu kadar önem verilmektedir? Neden bu kıyamı anma merasimleri her yıl bir geçen yıldan daha canlı, daha aktif ve daha coşturucu bir şekilde gerçekleştiriliyor?

    Bugün Emevî sultanlardan ve onların uşaklarından bir haber yokken ve Kerbela olayındaki kahramanların şimdiye kadar unutulması gerekirken, neden Kerbela kıyamı ebediyetle özdeşleşmiştir?

    Bu sorunun cevabını, Kerbela kıyamının asıl hedeflerinde aramak gerek. Zannediyoruz ki, bu meselenin tahlili İslam tarihinden haberdar olan kimseler için zor olmasa gerek.

    Daha açıkçası; kanlı Kerbela olayı, hükümeti ele geçirmek veya toprak elde etmek için çarpışan iki siyasi rakibin savaşına benzemez.

Kerbela olayı, iki düşman kabilenin kin ve nefretlerinin infilakı neticesinde ortaya çıkan ve üstünlük sağlamak amacıyla gerçekleştirilen bir savaşa da benzemez.

Bu olay, iki fikrî ve itikadî mektebin savaşından apaçık bir sahnedir. İnişli çıkışlı insan tarihi boyunca, en eski zamanlardan bu güne kadar bu savaşın alevi asla sönmemiştir. İşte bu savaş, bütün peygamberlerin ve dünyayı ıslah etmek azminde olan bütün salih kulların savaşının uzantısıdır. Bedir ve Ahzab savaşlarının devamıdır.

    Bildiğimiz gibi, İslam Peygamberi fikrî ve içtimaî bir kıyamın önderi olarak, insanları putperestlik ve hurafelerden, insanların özgürlüğünü cehalet ve zulüm kıskacından kurtarmak için kıyam edip ve bu değişimin gerçekleşmesinde temel rol oynayan mazlum ve ezilmiş kitleleri kendi etrafında topladığında, bu islahî kıyamın muhaliflerine öncülük eden Mekke"nin putperest ve faizci zenginleri kendi saflarını daha bir sıklaştırdılar. Bu nidayı kıstırmak için bütün güçlerini kullandılar. Bu hususta öncülük eden Emevîler idi ve onların başında Ebu Süfyan bulunmaktaydı.

    Ancak, İslam"ın azameti ve insanı hayrete düşüren etkisi karşısında nitekim dize geldiler ve örgütleri tamamen dağıldı.

    Evet, Emevîlerin, İslam"ı yok etmek için kurdukları örgüt dağıldı; ama onların kökü kazılmadı ve bu da onların yaşamındaki bir dönüm noktasıydı. Yenilgiye uğrayan, zayıf, inatçı ve yeminli her düşman gibi bunlar da İslam"ı yok etmek için başlatmış oldukları açık ve zahir faaliyetlerini perde ardından ve gizli bir şekilde yürütmeye başlayıp, uygun bir fırsatın gelesini beklediler.

    Ümeyyeoğulları Peygamberin vefatından sonra halkı, İslam öncesi döneme ve cahiliyet devrine döndürmek için hilafete sızmaya çalışıp peygamberin devrinden uzaklaştıkça hilafete sızma ortamını daha uygun ve elverişli görüyorlardı.

Özellikle Ümeyyeoğullarından olmayan kimselerin, bir takım nedenlerden dolayı bazı cahiliyet sünnet ev geleneklerini yeniden hayat alanına döndürüp ihya etmesi Cahiliyet kıyamı için daha uygun bir ortam hazırlamıştı.

    Yaşam safhasına döndürülen cahiliyet geleneklerinden bazıları şunlardan ibaretti:

    1-İslam"ın iptal ettiği ırkçılık meselesi, bazı halifeler tarafından yeniden gündeme getirilip ihya edildi ve Araplar acemlerden (Arap olmayanlardan) üstün tutuldu.

    2- İslam"ın ruhuyla bağdaşmayan haksızlıklar ortaya çıktı. Peygamberin zamanında, Müslümanlar arasında eşit olarak taksim edilen beytülmal, artık eşit olarak bölünmüyor, bazıları boş sebeplerden dolayı üstün tutuluyordu ve sınıflaşmalar da yeniden hortlatıldı.

    3- Hz. Muhammed"in (s.a.a) döneminde liyakat, ilmi değerler, ahlak ve takva ölçüsünde fertlere verilen makam ve hassas mevkiler, bazı halifelerin kendi akraba ve yakınlarına verildi.

    İşte tam bu sırada Ebu Süfyan oğlu Muaviye, İslamî hükümete sızarak İslam"ın en hassas ve stratejik bölgelerinden biri olan Şam bölgesinin valiliğini ele geçirdi. Bu bölgedeki cahiliyet devri kalıntıları ve posalarının yardımıyla İslam hükümetini tamamen ele geçirmek ve cahiliyetin bütün sünnetlerini hortlatmak için ortam oluşturmaya başladı.

    İşte hortlanan ve cahili atmosfer ve dalga öylesine güçlüydü ki, Ali (a.s) gibi din uğrunda her şeyinden geçen bir insan hilafeti boyunca, Müslümanlara gölge düşüren bu karanlık bulutları dağıtmakla meşgul oldu.

   Bu gayri İslamî canlanış ve bu hortlama öylesine aşikardı ki, buna öncülük edenler bile onu gizleyemiyorlardı.

    Hilafet Ümeyyeoğulları ve Mervanoğullarının eline geçince, Ebu Süfyan tarihî cümlesinde pervasızca şöyle demişti:

    Ey Ümeyyeoğulları! Saltanatı kimseye kaptırmamaya çalışın (saltanat topunu birbirinize pas verin). Andolsun yemin ettiğim şeye ki, cennet ve cehennem diye bir şey yoktur! (Muhammed"in kıyamı, siyasi bir kıyamdan başka bir şey değildir).

Muaviye de Irak"ta musallat olduğu zaman Kûfe"de irad ettiği hutbesinde şöyle demişti:

    Ben namaz kılmanız ve oruç tutmanız için buraya gelmedim; buraya gelmemin sebebi size hüküm sürmektir, bana muhalefet eden herkesi yok ederim, bilmiş olun!

    Yezid de Kerbela"da şehit edilen özgür insanların kesik başlarını gördüğünde demişti ki:    Keşke Bedir savaşında öldürülen atalarım burada olsaydı da Haşimoğullarından nasıl bir intikam aldığımı ve bu manzarayı görselerdi.    İşte bu sözlerin tümü, bu gayri İslamî hareketin mahiyeti ve hakikatini ortaya koyan delillerdir. Bu hareket ilerledikçe, daha az aşırı ve şiddet boyutu kazanıyordu.    Aziz İslam dinini tehdit eden ve Yezid"in saltanatı döneminde de son haddine varan bu büyük tehlike karşısında İmam Hüseyin (a.s) nasıl susabilir ve sessiz kalabilirdi?    Bu surette Allah, Peygamber (s.a.a) bütün İslam toplumuna gölge düşüren bu kahredici, öldürücü sessizliği fevkalâde bir fedakarlık ve mutlak bir özveriyle kırmamalı ve Ümeyyeoğullarının tebligatı ardında gizli olan bu cahilî hareketin çirkef yüzünü ortaya çıkarmamalı mıydı?    Hayır, Hüseyin (a.s) gibi biri böyle bir alçaklığa boyun eğemezdi ve bunu da kendi kanıyla İslam tarihinin alnına parlak satırlarla yazdı. Yazdı ki, ebediyetle özleşleşsin ve gelecek nesiller için ölümsüz bir hamaset olsun.    Evet, Hüseyin (a.s) bunu yaptı, İslam karşısındaki büyük ve tarihi risaletini yerine getirdi, Ümeyyeoğullarının gayri İslamî desise ve komplolarını darmadağın, zalimane ve sinsice başlatmış oldukları en son faaliyetlerini de tahrip etti. İşte Hüseyin"in (a.s) kıyamının gerçek yüzü ve hakikatı budur. İmam Hüseyin"in (a.s) ad ve tarihinin de neden unutulmadığını bundan anlıyoruz. İmam Hüseyin (a.s) bir asra, bir nesle ve bir zamana mahsus değildir, O"nun kendisi de hedefi de ebediyet ve ölümsüzlükle özdeşleşmiştir.

    O, hak, adalet ve özgürlük yolunda Allah ve İslam uğrunda, insanları kurtarmak ve de insanî değerleri ihya etmek doğrultusunda şehadet şerbeti içti. Bu mefhumlar zaman aşamasına uğrayıp eskilebilir mi, bu gerçekler unutulabilir mi?.

kevsernet.com


Hüseynî Kıyamın Mahiyeti

FARKLI YÖNLERİYLE HÜSEYNİ KIYAM

 

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)