• Nombre de visites :
  • 862
  • 23/12/2012
  • Date :

İslam Hükümlerinin Uygulanmasında Sürekliliğin Zarureti

islam hükümlerinin uygulanmasında sürekliliğin zarureti

Hz. Resul-ı Ekrem'in -saa- devlet kurmasını gerektiren İslam hükümlerinin icra ve uygulanma zaruretinin sadece o hazretin -saa- dönemine mahsus olmadığı, hz. Resulullah'tan -saa- sonra da bu hükümlerin ve icrasının süreğenliğini koruyacağı apaçık ortadadır. Ayet-i şerifede de buyrulmuş olduğu üzere İslam ahkâmı belli bir zaman ve mekânla sınırlı olmayıp ebediyen kalıcı ve 'Uygulanması gerekli" dir([1]) İslam sadece hz. Resul-ü Ekrem -saa- dönemi için gelmiş değildir ki o hazretten sonra terk edilebilinsin ve İslam’ın ceza kanunları olan hadler ve kısas artık uygulanmasın veya malum çeşitli vergiler alınmasın, ya da İslam ümmeti ve İslam beldesini savunma aslı terk edilsin... 'İslam kanunlarının gereğinde pekâlâ terk edilebileceği" veya 'İslam hükümleri belli zaman ve mekânlara mahsustur" şeklindeki görüş, islamın vazgeçilmez itikadı yapısına tamamen aykırıdır. O halde İslam hükümlerinin hz. Resul'den -saa- sonra da ve ebediyete kadar uygulanması zaruri olduğuna göre devlet kurulması, yürütme ve yönetim kurumunun oluşturulması da zaruri olmaktadır. Bireylerin bütün çalışma ve faaliyetlerini 'ahkâmın uygulanması" vesilesiyle adilâne bir sistem ve yapı üzerinde oturtacak bir devlet, yürütme gücü ve yönetim mekanizmasının oluşturulmaması halinde kargaşa ve anarşi doğar; sosyal, itikâdî ve ahlâkî bozulmalar baş gösterir. O halde anarşi, kargaşa ve başıbozukluğun vuku bulmaması ve toplumda fesad ve bozulmanın baş göstermemesi için devlet kurmaktan ve toplumdaki bütün işleri ve vukuatları kontrol ve disipline sokmaktan başka çare yoktur.

Demek ki şeriat ve akıl kurallarının da apaçık ortaya koyduğu üzere; hz. Resul-ü Ekrem -saa- ve Emir'el Mü'minin Ali bin Ebutalib -s- zamanında gerekli ve zaruri olan şey; yani devlet, yönetim, idare ve yürütme mekanizması; onlardan sonra da ve bu cümleden olmak üzere bizim çağımızda da gerekli ve zaruridir.

Meselenin açıklığa kavuşması için şu soruyu soruyorum: Gaybet-i Suğra'dan([2]) 1000 yılı aşkın bir süre geçtiği ve belki de maslahat gereği hazretin zuhuru pekâlâ yüzbin yıl sonra da vuku bulmayabileceğine göre bu uzun süre boyunca İslam hükümleri yerde kalmalı, uygulanmamalı ve herkes canı ne isterse yapabilmeli midir? Anarşi ve kargaşa mı egemen olmalıdır? Beyan, tebliğ, yayma ve uygulama safhasına konulması yolunda hz. Resulullah'ın -saa- 23 yıl durup dinlenmeksizin zahmet ve cefalar çektiği kanunlar sadece belli ve sınırlı bir zaman dilimi için miydi? Yani Allah Teâlâ kendi göndermiş olduğu hükümlerinin uygulanmasını 200 yılla mı sınırlamıştır? Gaybet-i Suğra'dan sonra İslam her şeyini bırakmış -bütün hüküm ve inançlarından- vaz mı geçmiştir?!

Böyle bir fikre inanmak veya bunu dile getirmek, İslam’ın iptal olduğuna inanmak veya bunu söylemekten çok daha beterdir. Hiç kimse bugün artık İslam beldesinin toprak bütünlüğünü koruma ve müdafaanın artık lüzumu kalmadığını veya vergi ve cizye([3]), haraç([4]), humus([5]) ve zekâtın([6]) alınmasının günümüzde artık gerekli olmadığını, İslam ceza kanunlarının; diyet ve kısasın artık iptal edilmesi lazım geldiğini söyleyemez! Herkim, İslam devleti kurulmasının zaruri olmadığını söyleyecek olursa İslam hükümlerinin uygulamaya konulması gerektiğini inkâr etmiş; din-i mübin-i İslam’ın ölümsüzlüğünü ve hükümlerinin ebediyen bütünlüğünü münkir olmuş olur.

Emir'el Mü'minin Hz. Ali Bin Ebu Talib'in -s- Siyeri

Hz. Resul-ü Ekrem'in -saa- rıhletinden sonra hiçbir Müslüman devletin gerekliliğinden tereddüde kapılmadı. Hiç kimse kalkıp da 'bize devlet lazım değil artık" demedi. Kimseden böyle bir şey duyulmuş değildir. Devlet kurulması gerektiği hususunda herkes müttefikti. İhtilaf, sadece bunu kimin üstleneceği ve kimin devlet başkanı olacağındaydı. Binaenaleyh hz. Resul-ü Ekrem'den -saa- sonra halifeler döneminde de, hz. Emir -s- döneminde de devlet kuruldu. Devlet örgütü vardı, idare ve icra -yürütme- yerine getirilmedeydi.


[1]- Bkz: İbrahim Suresi 52. ayet, Yunus 2. ayet, Hacc-49, Ahzab-40, Yâsin-70

[2] Ehl-i Beyt imamlarının 12.'si hz. Hüccet İbn-il Hasan -s- hk. 260. yılda gözlerden kayboldu -sırra kadem bastı- Bu tarihten hk. 329'a kadar şiiler 4 naip aracılığıyla (Osman bin Said, Muhammed bin Osman, Hüseyin bin Ruh ve Ali bin Muhammed) o hazretle irtibatlarını sürdürdüler. Bu döneme "gaybet-i suğrâ" veya 'küçük gaybet dönemi" denir. Bu dönemden sonra o hazretin "gaybet-i kübrâ"sı başlar

[3]- Cizye: Ehl-i Kitab'ın İslam devletine ödediği ve karşılığında malının, canının ve ırzının İslam devleti tarafından güvenceye alındığı meblağ veya mala denir

[4]- Haraç: Müslümanlar tarafından fetholunan tarla ve araziler için (araziyi haraciyye) İslam devletinin belirlediği verginin adı

[5]- İslam’da riayeti farz olan haklardan biri de 'Humus'tur, gerekli şartlar altında şu 7 şeye taalluk eder: 1- Savaşta kafirlerden alınan ganimetler. 2- Madenler. 3-Hazine, define... vb. kıymetli gömüler. 4- Su diplerinden çıkarılan inci ve mercan gibi değerli deniz taşları. 5- Ayrıştırılmayacak ve ne kadarının kime ait olduğu belirlenemeyecek kadar haramla karışmış mal. 6- Zımmî kâfirin Müslüman’dan satın aldığı arazi. 7- Şahsın yıllık masrafından artakalan miktar.

[6]- Zekât: Gerekli şartlar çerçevesinde 9 şeyden alman İslam devletinin vergilerindendir: 1- Deve. 2- Sığır. 3- Koyun (en'an-ı selâse). 4- Altın. 5- Gümüş (Nakdeyn). 6- Buğday. 7- Arpa. 8- Hurma. 9 Kuru üzüm (gulat-ı erbaa). Fitre (fitra) zekâtı adıyla tanınan bir diğer zekât ta Fıtır Bayramı (Ramazan Bayramı) gecesi farz olur. Fitrenin miktarı, en yaygın yiyecekten (meselâ buğday, pirinç vb.) 3 kg. veya tutarıdır

İslami Hareket Yobaz Rejimler İçin Bir Tehdittir -1

İslam İnkilâbı Karşıtları (1)

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)