• Nombre de visites :
  • 1041
  • 5/11/2012
  • Date :

PEŞAVER GECELERİ:Caferi Mezhebinin Çıkışı

peşaver geceleri:caferi mezhebinin çıkışı

SEKİZİNCİ OTURUM

Davetçi: Peygamber-i Ekrem (s.a.a) de, kendisinden sonra vasi tayin eden diğer peygamberler gibi Hz. Ali (a.s)’ı kendi vasisi, halifesi ve ilim kapısı olarak tanıtmış ve ona itaati ümmetine emretmiştir.

Ama bilindiği gibi Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in vefatından sonra akıl sahipleri indinde malum olan sebeplerden ötürü siyaseten hilafet işi Ebu Bekir, Ömer ve Osman’ın eline geçti. İlk günler hariç bütün hilafet müddeti boyunca Ebu Bekir ve Ömer, Hz. Ali (a.s) ile istişare ediyor ve O’nun dedikleriyle amel ediyordu. Ayrıca bilindiği gibi apaçık gerçekleri keşfetmek için Medine’ye gelen din bilginleri de Hz. Ali (a.s) ile tartışıyorlardı. Hz. Ali (a.s) hayatta olduğu müddetçe mukaddes İslâm dinine büyük hizmetler yapmıştır.

Ama Hz. Ali (a.s)’ın şahadetinden sonra hilafet Emevilerin eline geçince, velayet ve imamet tamamiyle sınırlanmış oldu. Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in Ehl-i Beyti’ne büyük zulümler ve düşmanlıklar yapıldı.

İmam Hasan ve Hüseyin (a.s) şehit oldu, İmam Zeyn’ul- Abidin ve İmam Muhammed Bakır (a.s) büyük baskılara ve eziyetlere maruz kaldı, tüm yollar yüzlerine kapandı, sadece bir avuç halis Şiiler onlardan ilim ve gerçekleri öğreniyordu. Sonunda onlar da, şehit edildi.

H. 2. asrın başlarında Emevilerin kötü yönetimi ve zulmünden bıkan halk kıyam etmeye başladı; özellikle de Abbas oğulları ile Ümeyye oğulları arasında kanlı savaşlar gerçekleşti. Emeviler kendilerini savunmakla meşguldü, dolayısıyla artık Resulullah (s.a.a)’in Ehl-i Beyt’ine eskisi gibi baskı yapılmıyordu.

İmam Sadık (a.s) bu fırsatı değerlendirerek evinin kapısını açtı, Emevilerin baskısı yüzünden inzivaya çekilmiş olan İmam, camide minbere çıktı, dini hüküm ve ilimleri tebliğ etmeye başladı, dört bin kadar öğrenci derslerine katılarak dini ilim ve hadisler öğrenip İmam’ın sonsuz ilim deryasından istifade ettiler.

İmam (a.s)’ın dersine katılan seçkin öğrenciler, elde ettikleri ilim sonucunda dört yüz usul (adap, erkân) yazdılar; bunlar “Dört Yüz Usul”‌ diye meşhur oldu.

İmam Yafii Yemeni kendi Tarih kitabında İmam Sadık (a.s)’ın ilim ve fazilette eşi olmadığını, yüce ilminin sonsuzluğunu yazmıştır. Ayrıca İmam’ın öğrencilerinden biri olan Cabir bin Hayyan-i Sufi, İmam’dan elde etmiş olduğu ilimler neticesinde bin sayfalık bir kitap ve beş yüz risale telif etmiştir.

Ehl-i Sünnetin büyük imam ve meşhur fakihleri de İmam (a.s)’ın feyzinden istifade eden öğrencilerindendirler.

Ebu Hanife, Malik bin Enes, Yahya bin Said Ensari, İbn-i Cureyh, Muhammed bin İshak, Yahya bin Said-i Kattan, Sufyan bin Uyeyne, Süfyan-i Sevri vb. birçok insan, kabiliyetleri ölçüsünde O İmam’ın nurlu huzurundan istifade etmişlerdir.

Böylesine ilmi bir riyasetin gerçekleşmesi, Ehl-i Beyt (a.s)’dan hiç kimseye nasip olmamıştır. Hiçbir engelle karşılaşmaksızın dini hükümleri, Kur’ân ayetlerinin tefsirini, ilim ve hadis temellerini, sır ve hakikatleri alenen açıp söylemek, O’nlardan hiçbirine nasip olmamıştır.

Zira Emeviler İmam Sadık (a.s)’ın babalarını, Abbasiler ise İmam (a.s)’ın oğullarından olan İmamları, son derece saygısızlıkla baskı altına almışlardır.

Gerçekte Şia mektebinin apaçık gerçeği ve Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’den miras alınan Ehl-i Beyt (a.s) ilminin sırları İmam Sadık (a.s) vasıtasıyla ortaya konmuştur. Bu yüzden bu hak mezhep de O’nun adıyla “Caferi”‌ diye şöhret bulmuştur. Yoksa İmamı Sadık’la diğer Ehl-i Beyt İmamları arasında hiçbir fark yoktur.

Ama bilindiği gibi ne yazık ki dost, düşman herkesin en bilgili ve kamil insan olduğunu kabul etmiş olduğu böylesine büyük bir İmamı, sizden öncekiler, herkesten daha alim, daha fakih ve daha kamil olarak tanımadılar. Mübarek ismini dört mezhep imamları arasında zikretmeyi bile reva görmediler. Halbuki bilindiği gibi İmam Sadık (a.s), alimlerinizin de tasdik etmiş olduğu gibi ilim, fazilet, züht, takva ve kemaldeki yüce mertebesine rağmen ve Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in Ehl-i Beyti’nden olduğu halde terk edildi ve başkaları öne geçirildi.

Eğer taraftarların sayısı açısından da bakacak olursak, dört mezhep imamlarından her birinin taraftarları İmam Sadık (a.s)’ın taraftarları kadar değildir.

Bağnaz alimleriniz amelde Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in tertemiz Ehl-i Beyti’ne karşı onca tavsiyesine rağmen itina göstermemiştir. Buhari ve Müslim gibi büyük fakihleriniz Ehl-i Beyt fakihi İmam Sadık (a.s)’ın rivayetlerini kendi kitaplarında nakletmeye hazır olmamışlardır. Hatta Ehl-i Beyt (a.s) İmamlarından ve Zeyd bin Ali bin Hüseyin, Yahya bin Zeyd, Muhammed bin Abdullah, Hüseyin bin Ali, Yahya bin Abdullah bin Hasan ve kardeşi İdris, Muhammed bin Cafer-i Sadık, Muhammed bin İbrahim (İbn-i Tabataba), Muhammed bin Muhammed bin Zeyd, Abdullah bin Hasan, Ali bin Cafer vb. risalet hanedanının büyük alimlerinden de hadis ve rivayet nakletmemişlerdir.

Ama bilindiği gibi ne yazık ki hali belli Ebu Hureyre, İkrime-i Harici ve daha önceki gecelerde de söylediğim gibi bizzat alimlerinizin de tasdik etmiş olduğu bir avuç iftiracı, yalancı ve sahtekar insanları can-ı gönülden kabul etmiş, onlardan hadis rivayet etmişlerdir!

Hatta İbn’ül- Beyyi’ şöyle yazmıştır: “Buhari, Hz. Ali (a.s)’ın katili İbn-i Mülcem’i öven İmran bin Hattan gibi 1200’den fazla Harici ve Nasibilerden hadis rivayet etmiştir!

Ne kadar üzücü; Resulullah (s.a.a)’in Ehl-i Beyti’nden olmayan imam A’zam (Ebu Hanife), imam Malik, imam Şafii ve imam Hanbel’in takipçi ve mukallitlerini, usul ve füruda onca birbirleriyle ihtilafları olmalarına rağmen tertemiz Müslüman bilmekte ve onlar için kendi mezheplerine göre özgürce amel etmelerine hak tanınmaktadır; ama İmam Cafer Sadık (a.s)’ın takipçilerini kafir, müşrik ve Rafızî olarak tanıtıyorlar. Öyle ki Sünni beldelerinde hatta Allah-u Teala’nın güven yeri kıldığı Mekke’de bile inanç, amel ve ibadet özgürlükleri yoktur. Hafız Şirazi ne de güzel beyan ediyor:

Eğer Müslümanlık Hafız’da olan ise,

Eyvah bugünün bir de yarını varsa!

O halde beyler bilsin ki, biz Şiiler asla ayrılık yaratmıyoruz, aksine sizler; sizinle aynı kıbleyi, namazı, orucu, haccı ve diğer dini hükümleri paylaşan yüz milyondan fazla mümin ve muvahhid Müslümanı kendinizden dışlıyor, onları müşrik ve kafir sayıyorsunuz!

(Bu esnada yatsı ezanı okundu, beyler yatsı namazını kıldılar, namazdan sonra çaylar içildi ve oturuma devam edildi.)

Hafız: Gerçek, buyurduğunuz gibidir; ben insafsız ve hakkı kabul etmeyen biri değilim. Sizin de önemle vurguladığınız gibi birçok bağnazlıkların yapılmış olduğunu kabul ediyorum; bütün ihlasımla sizden oldukça istifade ettiğimi ve aydınlandığımı belirtmek isterim. Ama izin verirseniz, hem sizden şikayet etmek, hem de Ehl-i Sünnet’i savunmak için birkaç şey söylemek istiyorum. Siz Şii alimleri neden bilgisiz halkınızı, sonucu küfre varan bir takım söz ve davranışlardan alı koymuyorsunuz? Elbette ki onların bu söz ve davranışları başkalarının kendilerini tekfir etmesine de bir bahane teşkil etmektedir.

İnsan genelde yersiz bir söz veya davranış sebebiyle saldırıya uğramaktadır; boşuna Ehl-i Sünnet’i suçlamayın. Aksine başkalarına bahane veren, söylediği sözlerle kalpleri nefret ettiren ve tekfir edilmelerine neden olan siz Şiilersiniz.

Davetçi: Küfür ile sonuçlanan söz ve davranışlar nelerdir? İzah ederseniz ben de cevap vermeye çalışırım.

Neden Şiiler Sahabelere ve Hz. Peygamber (s.a.a)’in Eşlerine Dil Uzatıyorlar?

Hafız: Şiiler Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in özel sahabelerine ve bazı tertemiz eşlerine dil uzatmakta ve onları eleştirmekteler; bu ise apaçık bir küfürdür. Çünkü yıllarca Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in yanında tevhid kelimesini yükseltmek için kafirlere karşı savaştılar. Onların hizmetleri her türlü noksanlıktan uzaktır. Kesinlikle cenneti hak etmişlerdir; özellikle Fetih suresinin 18. ayetinde kastedilen sahabeler, “Şüphesiz Allah o ağacın altında (Hudeybiye) sana biat edenlerden Allah razı olmuştur.”‌ ayeti hükmü gereğince, Allah-u Teala’nın rızayetine ermişlerdir. Şüphesiz Resulullah (s.a.a) de söz ve amelleriyle onları yüceltmiştir. Dolayısıyla onların üstünlüğünü inkar eden sapıklığa düşmüş olacaktır; gerçekte Necm suresinin, “O nefsinin hevasından konuşmaz, o şüphesiz kendisine inen vahiydir.”‌ ayeti gereğince Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ve Kur’ân’ı reddetmiş olur. Kur’ân-ı Kerim ve Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’i reddeden insan ise kafir olur.

Davetçi: Ben alicenabınızın böyle açık oturumda bu gibi konuları açmanızı ve onların tartışılmasını istemiyorum. Zira mecburen vereceğim cevaplar cahil insanların eline bahane teşkil edebilir ve aksine hükmedebilirler. Dolayısıyla kendi aramızda gizlice konuşacak olursak, ben de sizlere gereken doğru cevabı verebilirim. Şimdi benim bu ricamı kabul edin ve bu konuyu açıkça tartışmaktan vazgeçelim. Bir gün sabah yanınıza gelir, bu meseleyi kendi aramızda halletmeye çalışırız.

Hafız: Bu konuda ben suçsuzum; çünkü kaç gecedir bazı beyler bu konuyu tartışmamızı istiyorlar. Ben de onların isteğine uyarak sizden bunu talep ettim; konuşmada metanetli olduğunuz için zarar vereceğini zannetmiyorum; beylere ikna edici bir cevap veriniz veya bizim haklı olduğumuzu tasdik ediniz.

Nevvab: Doğrudur, hepimiz bu konunun halledilmesini istiyoruz.

Davetçi: Madem böyle emrediyorsunuz, ben de itaat ediyorum. Ama bilindiği gibi sizin gibi birinden önceki geceler yaptığım onca açıklamaya rağmen yine de Şii Müslümanları tekzip etmenizi beklemiyordum. Önceki gecede size, Şia’nın Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in Ehl-i Beyti’nin takipçisi olduğu hasebiyle asla tekzip edilemeyeceğini açıkça beyan etmiştim.

Sizin çeşitli cümlelerinizi birbirinden ayırarak hepsine ayrı ayrı cevap vermeye çalışacağım. Böylece hem burada hazır olanlar, hem de hazır olmayanlar insaf üzere hüküm versinler, kalplerine atılan şüphelerden kurtulsunlar ve Şii Müslümanların asla kafir sayılamayacağını ve küfür yollarının beylerin sandığı gibi olmadığını açıkça anlasınlar.

Sahabeyi Eleştirmek ve Onları Kınamak Küfür Değildir

Evvela; Şii Müslümanların sahabe ve Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in eşlerini eleştirdikleri ve onları kınadıkları için kafir olduklarını söylediniz. Bunu hangi delil ve burhan üzere beyan ettiğinizi bilemiyorum. Yapılan eleştiri ve kınamalar delil ve burhan üzereyse, küfür şöyle dursun, tartışması bile yapılamaz, kınanamaz.

Eğer delil ve burhan üzere değilse ve iftiraysa, yine de küfür sayılamaz. Farzen sahabe de olsa yersiz olarak bir mümine dil uzatan veya onu tel’in eden kafir olmaz. Zina eden veya şarap içen birisi gibi sadece fasık sayılır. Bilindiği gibi her fısk ve isyan ise af edilebilir ve görmezlikten gelinebilir.

Nitekim Hicri/Kameri 456 yılında doğan İbn-i Hazm-i Zahiri el-Endülüsi “El-Fasl-u fi’l- Milel’i ve’n- Nihel”‌ kitabının 3. Cüz’ünde, 227. sayfada şöyle diyor: “Cehalet ve bilgisizliğinden sahabeye dil uzatan mazurdur. Bilerek dil uzatan ise, zina veya hırsızlık eden kimseler gibi sadece fasık sayılır. Ama bilindiği gibi sadece Resulullah (s.a.a)’in sahabesi olduğu için dil uzatırsa, Allah-u Teala’ya ve Resulullah (s.a.a)’a düşmanlık etmek ve dil uzatmak manasına geleceği için elbette küfür sayılır. Yoksa sadece sahabeye küfretmek, sövmek küfrü gerektirmez. Nitekim Ömer, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in büyük sahabe, Muhacir ve Bedir ashabından olan Hatib için; ‘İzin ver de bu münafığın boynunu vurayım’ demesine rağmen bu sövgüsü ve nifakla suçlaması onun küfrüne sebep olmamıştır.”‌

O halde doğru bile olsa Şii Müslümanları, sadece bazı sahabeye dil uzattı diye küfür ile itham etmek nasıl mümkündür?

Halbuki bilindiği gibi sizin büyük ve değerli alimleriniz muteber kitaplarında, sizin görüşünüzün tam tersini iddia etmiş ve gerçeği söylemişlerdir.

Kadı Abdurrahman İci eş-Şafii, Mevakıf’ta taassup esiri alimlerinizin Şii Müslümanları küfür ile itham ederken ortaya koyduğu delileri reddetmiş ve görüşlerini bağnazlık saymıştır.

İmam Muhammed Gazali açıkça şöyle diyor: “Sahabeye sövmek asla küfrü gerektirmez; hatta ilk iki halifeye sövmek bile insanı küfre düşürmez.”‌

Molla Sa’d Taftazani ise “Şerh-i Akaid-i Nesefi”‌de şöyle diyor: “Bazı taassup ehlinin sahabeye sövenleri küfür ile itham etmeleri, asla doğru değildir. Bazı bilginler sahabelere karşı varolan hüsn-ü zanları sebebiyle onların kötü fiillerini görmezlikten gelmiş ve tutarsız tevillere başvurarak Resulullah (s.a.a)’in ashabının sapıklık ve fısktan masum olduğunu söylemişlerdir. Halbuki bilindiği gibi bu asla doğru değildir. Tarih, aralarında yaptıkları savaşlarda onların bazısının fısk ve isyana düştüğünü göstermektedir. Hasadet ve makam düşkünlüğü sebebiyle çirkin işlere bulaşmış, sapmışlardır. Hatta büyük sahabeler bile bu çirkin amellerden kurtulamamıştır. O halde delil üzere onları eleştirenler kafir olamaz. Bazı alimlerimiz hüsn-ü zanda bulunarak onların bu kötü amellerini görmezlikten gelmiş, rivayet etmemişlerdir. Ama bilindiği gibi diğer bazı alimler de onların bazı kötü amellerini rivayet etmiş ve eleştirmişlerdir. Onları küfür ile suçlamak küfür değildir. Zira Resulullah (s.a.a)’ı gören her sahabe masum ve günahsız değildir.”‌

Ayrıca bilmek icab eder ki “Cami’ul- Usul”‌ kitabının sahibi İbn-i Esir-i Cezri de Şii Müslümanları İslâmi fırkalardan biri saymıştır. O halde siz nasıl onları küfür ile itham edersiniz?

 Bazı amelleri sebebiyle sahabelere sövenlerin kafir sayılamayacağına dair bir delil de, bizzat halifeler döneminde sadece bazılarının sahabeye ağır küfürler etmiş olduğu halde halifelerin onları küfür ile suçlamaması ve öldürülmelerini emretmemesidir.

 Nitekim Hakim Nişaburi Müstedrek’in 4. cüzünün 335. Ve 354. sayfalarında, imam Ahmed bin Hanbel Müsned’in ilk cüzünün 9. sayfasında, Zehebi Telhis-i Müstedrek’te, Kadı Ayyaz “Şifa”‌ kitabının 4. cüzünün ilk babında, imam Gazali ise İhya’ul- Ulum’un 2. cildinde şöyle rivayet etmektedir: Ebu Bekir’in hilafeti zamanında adamın biri Ebu Bekir’in yanına vararak ona ağır sövgülerde bulundu. Orada olanlar bu duruma çok rahatsız oldu. Ebu Berze-i Eslemi; “İzin verin onu öldüreyim; zira o kafir oldu!”‌ deyince, Ebu Bekir şöyle dedi: “Hayır, öyle değildir; Peygamber (s.a.a)’den başka hiç kimse böyle hüküm veremez.”‌

Gerçekten Ehl-i Sünnet kardeşler kraldan çok kralcıdır; halife kendine söveni küfür ile suçlayıp öldürmeye kalkışmıyor. Ama bilindiği gibi siz beyler, Şii Müslümanları sahabeye sövme bahanesiyle kendi hayallerinizce küfür ile suçlayıp kanlarını helal sayıyorsunuz.

Eğer sahabeye sövmek küfür ise, neden sahabenin en üstünü Hz. Ali’ye söven ve lanet eden Muaviye ve taraftarlarını küfür ile suçlamıyorsunuz? O halde sizin maksadınız başkadır; siz, Ehl-i Beyt ve taraftarlarıyla savaşmak istiyorsunuz.

Eğer sahabeye, özellikle de reşit halifelere sövmek küfür ise siz beyler neden Ümm’ül- Müminin Aişe’yi küfür ile itham etmiyorsunuz? Zira o bütün alim ve tarihçilerinizin yazdığı gibi sürekli Osman’a sövüyor, onun için ağır laflar kullanıyordu. Osman için şöyle diyordu: “Uktulu na’selen fekad kefere.”‌ (Bu na’seli[7] öldürün, o şüphesiz kafir olmuştur.)

Ama eğer bir Şii; “İyi oldu da Osman’ı öldürdüler; çünkü o kafirdi!”‌ derse, siz beyler hemen onu küfür ile itham eder, ölüm hükmünü verirsiniz. Aişe ise bizzat Osman’ın huzurunda onu küfür ile itham etmişti. Ama bilindiği gibi ne halife, ne de sahabe ona dokunmadı. Nitekim siz de onu kınamıyorsunuz.

Nevvab: Kıble sahip (alicenap)! Sözünüzde beyan ettiğiniz “Na’sel”‌in manası nedir?

Davetçi: Alimlerinizden Firuzabadi “Kamus’ul- Lugat”‌da “Na’sel”‌in manası hakkında şöyle diyor: “Na’sel, yaşlı ahmak adama derler.”‌ Kamus’ul- Lügat’ı şerh eden allame Kazvini de bu manayı zikrettikten sonra şöyle diyor: “İbn-i Hacer “Tebsiret’ul- Müntebih”‌ kitabında zikretmiştir ki; “Na’sel”‌ Medine de yaşayan gür sakallı bir Yahudi’ydi ve halk Osman’ı ona benzetiyordu.”‌

Eğer sahabeye kötü söz söylemek küfrü gerektirseydi, neden Ebu Bekir sahabenin huzurunda minbere çıkarak sahabenin en üstünü olan Hz. Ali’ye ağır sövgülerde bulundu. Ama siz buna hiç üzülmüyor ve hatta Ebu Bekir’i övüyorsunuz; halbuki kınamanız icab eder.

Hafız: Neden iftira atıyorsunuz? Ebu Bekir (r.z) nerede Ali’ye (k.v) sövmüştür?

Davetçi: Af edersiniz! Biz iftira ehli değiliz; bir şey hakkında ilim sahibi olmadıkça rivayet etmeyiz. Lütfen İbn-i Ebi’l- Hadid’in “Nehc’ul- Belağa Şerhi”‌ adlı kitabının c. 4, s. 80’e müracaat edin. Orada göreceksiniz ki Ebu Bekir mescidde minbere çıkarak Hz. Ali (a.s) hakkında şöyle demiştir: “Şüphesiz Ali, şahidi kuyruğu olan bir tilkidir. Ali maceracı ve fitnecidir; büyük fitneleri küçük göstererek halkı fitne ve fesada teşvik ediyor ve yakınlarıyla zina etmek isteyen Ümmü Tahhal (cahiliye döneminde yaşayan fahişe bir kadın) gibi zayıflardan ve kadınlardan yardım diliyor!!”‌

Evet beyler, halife Ebu Bekir’in Hz. Ali’ye söylediği bu ağır sözleri, Şii Müslümanların onların hakkındaki eleştiri ve kınamalarıyla bir kıyaslayın!

Eğer ashaptan birine sövmek küfür olmuş olsaydı, Ebu Bekir, kızı Ayşe, Muaviye ve taraftarları kafir sayılırdı; eğer küfür değilse, o halde Şii Müslümanları da tekfir edemezsiniz.

Büyük fakih ve alimlerinizin hüküm ve fetvaları gereğince de, sövenler kafir ve katli vacip sayılmıyorlar.

Nitekim imam Ahmed bin Hanbel Müsned’in 3. cildinde, İbn-i Sa’d-i Katib “Tabakat”‌ kitabının 5. cüzünün 279. sayfasında, Kadı Ayyaz “Şifa”‌ kitabının 4. cüzünün ilk babında rivayet etmişlerdir ki; Ömer bin Abdülaziz’in bir valisi Ku’fe’den kendisine mektup yazarak Ömer bin Hattab’a söven birini öldürmek için izin istedi. Ömer bin Abdülaziz cevaben ona, Peygamber-i Ekrem’e sövenler dışında hiç kimsenin öldürülmesinin câiz olmadığını yazdı.

Bundan da öte Eb’ul- Hasan Eş’ari gibi büyük alimleriniz de şöyle diyor: “Kalben mü’min olduğu halde küfrünü izhar edenler (Yahudiler, Hıristiyanlar vb.), Resulullah (s.a.a) ile savaşmaya kalkanlar veya Allah-u Teala ve Resulüne özrü olmadan şiddetli bir şekilde sövenler kafir olmazlar, bunlara kafir hükmü uygulanamaz. Çünkü iman kalbi bir inançtır, kalplerden kimse haberdar olmadığı için de hiç kimse küfür izharlarının kalpten mi yoksa zahirden mi olduğunu bilemez.”‌

Bu gerçeği Eş’ari alimleri de kitaplarında yazmışlardır; özellikle de İbn-i Hazm-i Endülüsi “el-Fasl”‌ kitabının 4. cüzünün 204 ila 206. sayfalarında bu inancı geniş bir şekilde nakletmiştir.

O halde muvahhid, temiz kalpli, Allah-u Teala’ya ve Peygamber-i Ekrem’e itaat eden, bütün şer’i hükümlere, farzlara ve müstahablara uyan Şii Müslümanları nasıl tekfir ediyorsunuz? Faraza onlardan bazısı, kendi zanlarınca delil ve burhan üzere sahabelerden bazısına sövse bile, büyük alimlerinizin inancı gereği onları tekfir edemezsiniz.

Müsned-i Ahmed bin Hanbel’in 2. cildinin 236. sayfasında, Halebi’nin Siret’ül- Halebiye’sinin 2. cildinin 197. sayfasında, Sahih-i Buhari’nin 2. cildinin 74. sayfasında, Sahih-i Müslim’in “Cihad”‌ kitabında, Esbab’un- Nuzul-i Vahidi’nin 118. sayfasında vb. birçok alimlerimizin muteber kitaplarında yer aldığı üzere bizzat Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in huzurunda Ebu Bekir vs. birçok sahabe birbirine sövüyor ve hatta bir birini dövüyorlardı. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) onları böyle görünce tekfir etmiyor, (aksine) ıslah etmeye çalışıyordu. (Ashabın Resulullah (s.a.a)’in huzurunda niza ve çatışmalarına ait haberler, Şii alimlerinin kitaplarında değil, Sünni alimlerinin kitaplarında yer almıştır.)

İlk eleştirinizin cevabını bu kısa beyanla duydunuz ki sahabeden birine sövmek asla küfrü gerektirmez. Eğer delil ve burhanları olmadan sebb ve lanet ediyorlarsa, kafir değil fasık olurlar. Her fısk ise af edilebilir.

İkinci olarak; Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in sahabeye saygı gösterdiğini söylediniz. Doğrudur, ben de kabul ediyorum. Bütün ilim ehli, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in her hangi bir şahıstan ortaya çıkan iyi ve güzel amellere teveccüh etmiş olduğu hususunda görüş birliği içindedir. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) herkesin iyi amellerini övüyordu. Nitekim Nuşirevan’ın adaletini ve Hatem-i Tai’nin de cömertliğini övmüştür.

Şu da bilinmektedir ki Peygamber-i Ekrem (s.a.a) bir ferdi veya cemaati övmüşse, bu onlardan ortaya çıkan o iyi ameller sebebiyleydi. Şüphesiz bir şahıs veya cemaati, onlardan hilaf bir amel görülmeksizin özel bir amelden dolayı övmek, onların hüsn-ü akıbet ve selametliklerine delalet etmez. Hilaf yapacakları kesin bile olsa, bir günah ortaya çıkmadıkça onları cezalandırmak câiz değildir.

Nitekim Hz. Ali (a.s), kendisini öldüreceğini bildiği ve bunu da defalarca dile getirdiği İbn-i Mülcem hakkında bir yerde açıkça şöyle buyurmuştur:

Ben onun hayatını istiyorum, o ise benim katlimi.

Bu dost kılıklı hilekar, Murad kabilesindendir.[8]

Buna rağmen Hz. Ali (a.s) onu cezalandırmaya kalkmadı. O halde özel bir fiili öven rivayetler, tüm fiilleri ve umumiyeti ifade etmez.

Rıdvan Biatine Dair Cevap

Üçüncü olarak; sahabenin Rıdvan ağacı altında Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’e biat etmiş olduğu için övülmeye layık olduğunu, mezkur ayet gereğince kınanamayacağını söylediniz. Araştırmacı alimler bu konuda bir takım cevaplar zikretmişlerdir; ki söz konusu ayet, sadece o özel biat olayı ile ilgilidir; ömürlerinin sonuna kadar söz konusu olan bir ebedi rızayet değildir.

Zira bildiğiniz gibi Hudeybiyye’de yapılan bu biatte ümmetten sadece 1500 kişi vardı. Nitekim bunlardan bazıları da nifak ayetlerine muhatap olmuş ve Allah-u Teala onlara ebedi cehennem ateşini vaad etmiştir.

Acaba Allah Resulünün razı olduğu kimselerden bir kısmının cehennemde, bir kısmının da cennette olması mümkün müdür?

O halde anlaşıldığı üzere Allah-u Teala’nın rızayeti sadece o biatle ilgili değildir; halis iman ve salih amelle bağlantılıdır. Yani tevhide ve nübüvvete kalben inanarak biat edenler, Allah-u Teala’nın rızayetine nail olmuş ve ebedi cenneti kazanmışlardır.

Ama bilindiği gibi imanları yokken biat edenler veya imanları olup da biat etmeyenler, Allah-u Teala’nın gazabına uğrayıp cehennemi hak etmişlerdir.

O halde bu biat tek başına Allah-u Teala’nın rızayeti için yeterli değildir. Cehenneme vaad edilenlerin o günde iman sahibi olmadıkları anlaşılmaktadır. Hiçbir Müslümanın inkar edemeyeceği bir gerçek de şu ki, sahabenin yaptığı güzel ameller övgüye layıktır. Nitekim iyi amel kimden baş gösterirse övgüye layıktır; elbette bu övgü, ondan kötü bir amel görülmediği sürecedir. Ama mü’min, hatta sahabe bile olsa, kötü amel işlediği takdirde eleştiri ve kınanmaya tabi tutulur.

Şiiler sahabenin iyi amellerini sürekli rivayet etmekte ve övmekteler. Onlardan eleştiri yapanlar bile, sahabenin iyi amellerini de kabul etmekteler. Örneğin: Onların Rıdvan biati, Resulullah (s.a.a)’le hicret, O Hazrete kucak açmak, (fetihlerin Hz. Ali vasıtasıyla gerçekleşmiş olmasına rağmen) savaşlara katılmak vb. birçok güzel amellerini övmüşlerinin yanı sıra, onların çirkin ve kötü amellerini de dile getirerek eleştirmişlerdir.

Hafız: Resulullah (s.a.a)’in ashabından kötü amellerin baş gösterdiğini söylemeniz çok ilginçtir. Halbuki bilindiği gibi Resulullah (s.a.a) onları tek tek bu ümmetin hidayetçisi ve önderi kılmıştır. Nitekim bir hadiste şöyle buyurulmaktadır:

 “Şüphesiz ashabım yıldızlar gibidir; hangisine uyarsanız hidayete erersiniz.”‌

Bu kesinlikle sadece sizin görüşünüzdür; biz tek görüşü kabul edemeyiz.

Davetçi: Kendinize öyle bir hadis delil getirdiniz ki, onu getirmekle beni büyük bir taşlığa attınız; inciyi onların arasından dışarı çıkarmak büyük bir iftihardır. Dolayısıyla mezkur hadis hakkında kısa da olsa söz etmek zorundayım. Sonra da size gereken cevabı vermeye çalışacağım. Elbette biz bu hadisin senedini tartışmayacağız. Zira bu bizi konumuzdan uzaklaştırır. Sadece hadisinin medlulü (delalet ettiği anlam) hakkında bahsedeceğim.

Bilindiği gibi Resulullah (s.a.a)’i ziyaret eden veya O’ndan hadis kaydedenlere sahabe ve ashap denmektedir. Bunda Muhacir, Ensar ve diğerleri arasında bir fark yoktur.

Yaptığınız en büyük yanlışlık, sahip olduğunuz hüsn-ü zanla bütün ashabın her türlü noksanlıktan ve ayıplardan münezzeh olduğunu saymanızdır. Halbuki bilindiği gibi Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in ashabından iyi ve kötü olanlar vardır. Resulullah (s.a.a) da onların iyi ve kötü hallerinden haberdardı. Bunun en büyük delili de “Munafikun”‌, “Tevbe”‌ ve “Ahzab”‌ surelerinde münafık ve fasıkları eleştiren ayetlerdir. Nitekim büyük ve değerli alimleriniz de kendi muteber kitaplarında onların ayıp ve kusurlarını nakletmişlerdir. Örneğin: Büyük alimlerinizden olan Hişam bin Muhammed Sayib-i Kelbi sahabenin ayıp ve kusurları hakkında özel bir kitap yazmıştır. Allah-u Teala’nın Kur’ân’da ve Resulullah (s.a.a)’in konuşmalarında kınadığı ve ateş vaad etmiş olduğu insanlar, zahirde Müslüman, ama batında fasık ve fasit insanlardı. Hepsi de Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in ashabı arasındaydı. O halde onların hepsine iyi gözle bakamayız. Dolayısıyla onlardan her birine tabi olmakla da kurtuluşa eremeyiz.

Acaba “Akabe”‌ olayında Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’i öldürmek isteyen zahiri iyi insanlar, ashabın münafık olanları değil miydi?

Hafız: Akabe olayını bazı alimlerimiz, Şia’nın uydurması olarak biliyorlar. Dolayısıyla doğruluğu malum değildir.

Davetçi: Çok ayıp ettiniz, Harici ve Nasibilerin görüşlerini kendinize senet yaptınız. Zira bu olay, bizzat alimlerinizin de kabul etmiş olduğu çok meşhur ve açık bir olaydır. Örneğin: Büyük alimlerinizden olan Hafız Ebu Bekir Ahmed bin Hüseyin-i Beyhaki eş-Şafii’nin “Delail’un- Nubuvve”‌ kitabına müracaat ediniz. Beyhaki “Batn-i Akabe”‌ olayını, senet ve ravi zincirleriyle birlikte zikretmiştir. İmam Ahmed bin Hanbel “Müsned”‌in 5. cildinin sonunda Ebu Tufeyl’den ve İbn-i Ebi’l- Hadid ise Nehc’ül- Belağa Şerhi’nde bunu kaydetmişlerdir. Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in o gece ashabdan bir gruba lanet etmesi olayı meşhur bir olaydır.


[7] - “Na’sel”‌ sözlükte; yaşlı ahmak ve erkek sırtlan anlamına gelir. (Çev.)

[8] - Nitekim İbn-i Hacer-i Mekki de “Savaik”‌ kitabının 9. babının sonunda, s. 72’de bunu rivayet etmiştir.

PEŞAVER GECELERİ:İslâm ve İmanın Farkı

PEŞAVER GECELERİ:İmam Hüseyin (a.s)’ın Kıyamı,“La İlahe İllallah”‌‌‌ Şeceresini Korumak İçin Gerçekle

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)