• Nombre de visites :
  • 2682
  • 6/11/2012
  • Date :

PEŞAVER GECELERİ:Hz. Ali, Allah-u Teala ve Peygamber (s.a.a) Tarafından Hilafete Atanmıştır

peşaver geceleri:hz. ali, allah-u teala ve peygamber (s.a.a) tarafından hilafete atanmıştır

DOKUZUNCU OTURUM

Üç Halifenin Tayinindeki Farklılık, Onların Hilafetinin Batıllığına Bir Delildir

Davetçi: Halifelerin hilafet tayininde birçok açıdan farklılıklar vardır. Evvela; icmaya işaret ettiniz. Konuları tekrarlamakla doğru bir yönteme başvurmuyorsunuz. İcma delilinin temelsiz olduğunu önceki akşamlar arz ettim. Ümmetin icması halifelerden hiçbirinin hilafetinin başlangıcında vaki olmamıştır.

İkinci olarak; eğer icmaya dayanıyor ve bunu Allah-u Teala ve Peygamber-i Ekrem (s.a.a) tarafından ümmet için şer’an ispat ediyorsanız, kaide gereği her halife dünyadan gidince ümmet toplanmalı ve halife seçimi için onların görüşü alınmalıdır. Ümmet kimin halife olmasına icma ettiyse, o halkın halifesidir (Resulullah’ın halifesi değil); bu yöntemin bütün dönemlerde uygulanması gerekir.

Elbette siz de biliyorsunuz ki İslâm’da hiçbir halife için böyle bir icma vaki olmamıştır; hatta bizim daha önce ispat ettiğimiz nakıs bir icma da (ki ashabın büyüğü, Haşimoğulları ve Ensar orada değillerdi) Ebu Bekir dışında hiç kimse için gerçekleşmemiştir. İslâm muhaddisleri ve tarihçilerinin ittifak etmiş olduğu üzere Ömer’in hilafeti Ebu Bekir’in tayiniyle gerçekleşmiştir. Eğer hilafet tayininde icma şart olmuş olsaydı, o zaman neden Ebu Bekir’den sonra Ömer’in hilafete seçilmesi icma ile olmamıştır?

Şeyh: Elbette Ebu Bekir, ümmetin icmasıyla hilafete seçildiği hasebiyle onun tek başına halife tayini için söylediği söz, sağlam bir delil sayılmıştır. Ondan sonra artık halife tayini için icmaya gerek kalmamıştır. Her halifenin kendinden sonraki halifeyi seçmek için söylediği söz, sağlam bir senet kabul edilmiştir. Kendinden sonraki halifeyi tayin etmek halifenin hakkıdır. Halkı başı boş bırakmamalıdır. Ebu Bekir icma ile seçildiği için Ömer’i hilafete tayin etmiş, Ömer de Peygamber (s.a.a)’in kesin halifesi olmuştur!

Davetçi: Eğer siz kendinden sonraki halife seçiminde böyle bir hakkı halifeye tanıyorsanız ve ümmeti başı boş bırakma hakkının olmadığını beyan ediyorsanız ve onun sözünün sonraki halife tayininde yeterli olduğunu iddia ediyorsanız, o zaman neden insanların hidayetçisi olan Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’e gelince bu hakkı kabul etmiyorsunuz?

Neden sizin kitaplarda da yer alan (önceki geceler sadece bazısına işaret ettik bu gece de Ümmü Seleme’nin hadisindeki apaçık nasları takdim etmeye çalıştık) Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in açıkça veya kinaye yoluyla farklı yerlerde Hz. Ali için buyurduğu onca nasları görmezlikten geliyor, kabul etmiyor ve her biri için soğuk teviller yapıyorsunuz? Nitekim İbn-i Ebi’l- Hadid de Ümmü Seleme hadisinde bu gülünç tevili yapmış ve apaçık nassı red etmiştir.

Gerçekten ilginçtir, Ebu Bekir’in sözünün Ömer’in hilafet tayininde bir senet olduğunu hangi ilke üzere söylüyorsunuz? Ama bilindiği gibi öte yandan Resulullah (s.a.a)’in sözünün senet olmadığını ifade ediyor ve o hikmetli kelimeleri soğuk tabirlerle beyan ediyorsunuz.

Ayrıca nereden ve hangi delil üzere icmayla seçilen birinci halifenin kendinden sonraki halifeyi tayin hakkının olduğunu beyan ediyorsunuz? Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’den böyle bir emir mi gelmiştir? Cevap kesinlikle olumsuzdur.

Ayrıca birinci halife icma ile seçildiği için, sonraki halifelerde icmanın gerekmediğini, halk tarafından seçilen birinci halifenin kendinden sonraki halifeyi seçebileceğini ve onun sözünün yeterli olduğunu beyan ediyorsunuz. Eğer böyle olmuş olsaydı neden sadece bu iş Ömer’in hilafeti zamanında gerçekleşti? Neden Osman’ın hilafetinde Ömer halife tayin etmeyerek işi altı kişilik şuraya bıraktı?

Gerçekten delilinizin ne olduğu belli değildir, deliller ihtilaflı olunca asıl konu da ortadan kaybolur. Eğer hilafetin ispatı için ümmetin icması delil ise ve bütün ümmetin birlikte oy vermesi gerekiyorsa (halbuki bilindiği gibi Ebu Bekir zamanında bile böyle bir icma olmadı) o halde Ömer’in hilafetinde neden böyle bir icma gerçekleşmedi?

Eğer birinci halife seçiminde icmayı şart biliyor, sonraki halifelerde ise icma ile seçilen halifenin sözünün yeterli olacağı kanısında iseniz, o halde bu iş neden Osman zamanında gerçekleşmedi? Ömer Ebu Bekir’in aksine halife seçimini şuraya bıraktı. Hem de dünyanın hiçbir yerinde, hatta ilkel kabilelerde bile görülmeyen bir şuraya! Zira dünyadaki bütün meclislerde çoğunluğun görüşünün sağlanması için temsilcileri halk seçmektedir; ama bu şuranın temsilcilerini bizzat Ömer’in kendisi tayin etmiştir.

Ayrıca bilmek icap eder ki bundan da ilginci, bütün temsilcilerin iradesini ipotek altına alarak hepsini Abdurrahman bin Avf’ın emrine verdi. Abdurrahman bin Avf’ın bu kadar yetkili kılındığının hiçbir ilmi, örfi ve şer’i ölçüsü yoktur. Elbette bundan maksat onun Osman’ın yakınlarından olması ve dolayısıyla diğerlerini bırakıp Osman’ı seçeceğinin bilinmesiydi. Ömer şöyle demişti: “Abdurrahman bin Avf’ın tuttuğu taraf haktır; Abdurrahman kime biat ederse diğerleri de teslim olmalıdır.”‌

Dikkat edilecek olursa burada şura şeklinde bir diktatörlük öngörülmüştür. Halbuki bilindiği gibi bugünlerin tabiriyle demokrasi bunun tam tersinedir.

Gerçekten çok ilginçtir, Peygamber-i Ekrem (s.a.a), önceki geceler senetlerini de zikrettiğim bir hadiste defalarca şöyle buyurmuştur:

“Ali hakladır ve Ali nerede olursa hak onunladır.”‌

Yine şöyle buyurmuştur:

“Bu Ali ümmetimin farukudur; hakla batılın arasını ayırandır.”‌

Nitekim Hakim Müstedrek’te, Hafız Ebu Naim Hilye’de, Taberani Evset’te, İbn-i Asakir Tarih’te, Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii Kifayet’ut Talib’te, Taberi Riyaz’un- Nazre’de, Himvini Feraid’de, İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi’nde ve Suyuti de Dürr’ul- Mansur’da, İbn-i Abbas, Selman, Ebuzer ve Huzeyfe’den naklen Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu nakletmekteler:

“Benden sonra bir fitne kopacaktır, o zaman Ali’den ayrılmayın; zira Ali kıyamette benimle ilk tokalaşacak kimsedir; Ali en büyük sıddık ve bu ümmetin farukudur; hakla batılın arasını ayırmaktadır ve O müminlerin emiridir.”‌

Önceki geceler senet silsilesini de zikrettiğim bir rivayette Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Ammar’a şöyle buyurmuştur:

“Eğer bütün insanlar bir yola, Ali de başka bir yola gidecek olursa, sen Ali’nin yolundan git, insanlardan müstağni ol. Ey Ammar! Ali seni hidayetten çevirmez ve dalalete sürüklemez. Ey Ammar! Ali’ye itaat, bana ve Allah-u Teala’ya itaattir.”‌

Durum bu iken Ömer, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in emrinin aksine Hz. Ali’yi Abdurrahman’ın başkanlığındaki bir şuraya bırakıyor. Şimdi buna kötümser olmamak mümkün mü? Sahabenin büyüklerini bir kenara itmiş, hilafet konusunda onların görüş haklarını ellerinden almıştır. Dolayısıyla bu şurada da Hz. Ali’ye büyük bir haksızlık yapılmıştır; Hz. Ali gibi hak ve batılı birbirinden ayıran büyük bir şahsiyet Abdurrahman gibi birinin emri altına verilmiştir.

Beyler lütfen insaflıca hüküm veriniz. İstiab, İsabe, Hilyet’ul- Evliya ve benzeri kitaplarınıza müracaat ediniz. Hz. Ali (a.s)’ı Abdurrahman ve hatta şura üyesi olan diğer beş kişiyle kıyaslayınız; Abdurrahman’ın mı hakemlik makamına daha layıktı yoksa Emir’el Müminin Hz. Ali mi? Bu kıyaslamakla, siyasi oyunlar üzere velayet hakkının çiğnendiğini bizzat müşahede edin.

Velhasıl, eğer Ömer’in hilafet tayinindeki şura emri, uygulanması gereken bir düstur idiyse, o halde neden Hz. Ali (a.s)’ın hilafeti hakkında uygulanmadı?

Dört halifenin hilafetinde, dört ayrı metot uygulanmıştır. Bu dördünden hangisi doğru, diğerleri ise batıldı? Eğer hepsinin hak olduğunu beyan ediyorsanız, o halde hilafet tayininde ikna edici bir deliliniz ve sabit bir yolunuz yoktur.

Eğer siz beyler, birazcık adetlerinizden uzaklaşır, apaçık gerçeklere insaf ve derince bakacak olursanız, gerçeklerin, olanların dışında olduğunu görürsünüz.

Göz açık, kulak açık, bu körlük!

Allah’ın göz kapatmasına şaşırıyorum!

Şeyh: Eğer dediğiniz doğruysa ve buyurduğunuz gibi derince bir düşünmek gerekirse, Hz. Ali’nin hilafeti de sarsıntıya uğrayacaktır. Zira önceki üç halifeyi hilafete getiren icma, Ali’yi (k.v) de hilafete getirmiştir.

Hz. Ali, Allah-u Teala ve Peygamber (s.a.a) Tarafından Hilafete Atanmıştır

Davetçi: Sizin bu dediğiniz Peygamber (s.a.a)’den bir nass olmadığı takdirde geçerlidir. Oysa Hz. Ali (a.s)’ın hilafetinin ümmetin icmasıyla işi yoktur; bizzat Allah-u Teala ve Peygamber (s.a.a) tarafından seçilmiştir.

Hz. Ali (a.s) da icma sebebiyle hilafeti kabul etmemiştir; hakkı geri almak için kabul etmiştir. Zira hakkı gasp edilen birisi, yıllar sonra da fırsatını bulduğunda hakkını alma hakkına sahiptir. Bu yüzden engeller kalkınca ve şartlar oluşunca Hz. Ali (a.s) da hakkını geri aldı.

Beyler, eğer önceki gecelerde konuşulan sözleri unuttuysanız, lütfen özel olarak yayımlanan dergileri, gazeteleri ve bildirileri mütalaa ediniz. Önceki geceler ispat ettiğimiz gibi Hz. Ali (a.s)’ın hilafeti, ümmetin icmasıyla gerçekleşmemiştir; aksine Resulullah (s.a.a)’in nasları, Kur’ân ayetleri ve hakkın geri alınışı esasınca gerçekleşmiştir. Siz ittifak edilen bir hadis getirebilir misiniz ki Resulullah (s.a.a); “Ebu Bekir, Ömer ve Osman benim halifelerimdir”‌ diye buyurmuş olsun? Veya Emevi ve Abbasi halifelerinin hilafetlerine dair, bir tekinin adının zikredildiği bir hadis getirebilir misiniz?

Ama bütün muteber kitaplarınızda (Şia kitaplarının tevatürüyle birlikte), Hz. Ali (a.s)’ı hilafet ve vesayetine dair Hz. Peygamber (s.a.a)’den pek çok hadis mevcuttur. Bunlardan bazısına önceki geceler değindik; bu akşam da Ümmü Seleme’nin rivayetini arz ettim.

Şeyh: Bize ulaşan bir rivayette Peygamber (s.a.a); “Ebu Bekir benim halifemdir”‌ diye buyurmuştur.

Davetçi: Önceki geceler bu hadislerin uydurma olduğunu arz ettim. Unutmuşa benziyorsunuz, bu gece de sizi cevapsız bırakmayacağım. Şeyh Mecduddin Firuzabadi Sefer’us- Seade kitabında şöyle diyor: “Ebu Bekir’in fazileti hakkındaki rivayetler, aklın iftira ve yalanına tanıklık etmiş olduğu uydurma şeylerdir.

Ayrıca dikkat edecek olursanız, üç halifenin hiçbirinde de hilafetin zahiri şartları gerçekleşmemiştir; bütün ümmet icma etmemiştir; oy birliğiyle seçilmemişlerdir. Ama Hz. Ali (a.s)’ın hilafetine baktığımızda önceki ve sonraki halifelerin aksine ümmetin icmasına daha yakındır. Zira tarihçilerinizin de yazdıklarına göre Ebu Bekir’in hilafetinde sadece Ömer ve kabir kazan Ebu Ubeyde bin Cerrah etkili olmuştur. Daha sonra da bir grup Evs kabilesi, Sa’d bin Ubade’yi aday gösteren Hazreç kabilesine muhalefet olsun diye biat etmiş, bazıları da daha sonra tehditle, bir grubu da tamah üzere biat etmişlerdir. Hatta bazıları örneğin; Ensar, sonuna kadar da Saad bin Ubade’ye bağlı kalarak biat etmemişlerdir.

Ömer’in hilafeti de sadece Ebu Bekir’in emriyle olmuştur. İcma diye bir şey yoktur, tam bir saltanat söz konusudur. Osman ise Ömer’in emriyle kurulan diktatörlük şurasının kararıyla hilafet makamına geçmiştir.

Ama Hz. Ali (a.s)’ın hilafeti, tesadüfen adalet istemek için Medine’deki hilafet sarayına dört bir yandan gelen Müslümanların büyük bir icmasıyla gerçekleşmiştir. Onların büyük ısrarları sonucu Hz. Ali (a.s) zahiri hilafete seçilmiştir.

Nevvab: Kıble sahip (alicenap)! Dört bir yandan Medine’ye gelen Müslümanların icması, hilafetin tayini için miydi?

Davetçi: Hayır, henüz üçüncü halife iş başındaydı, onlar hilafet makamına yakın olan Beni Ümeyye zorbalarının, Mervan’ın ve diğer valilerin yaptığı çirkin iş ve zulümleri şikayet etmek için Medine’de toplanmışlardı. Büyük sahabilerin de içinde bulunduğu bu cemiyet, var olan zulmü, hilafetin merkezi olan Medine’deki hilafet sarayına şikayet için gelmişlerdi. Osman’ın yanlış işleri ve Hz. Ali (a.s) ile diğer büyük sahabelerin nasihatlerine kulak vermemesi onun öldürülmesine yol açtı.

Bu yüzden Medine halkı oraya dört bir yandan tesadüfen gelen şahsiyetlerle birlikte Hz. Ali (a.s)’ın evine gidip yalvararak O’nu camiye getirdiler, icma ederek biat ettiler. Bu icma, önceki üç halife zamanında gerçekleşmemiştir. Medine halkı özgür iradesiyle Müslüman bölgelerin şahsiyetlerinin ittifakıyla Hz. Ali (a.s)’a biat etmiş, onu hilafete seçmişlerdir. Ama bu olay önceki halifelerde görülmemiştir.

Bununla birlikte bu icmayı Hz. Ali (a.s)’ın hilafetine delil saymıyoruz. Zira bizim delilimiz Kur’ân ve Resulullah (s.a.a)’in hadisleridir. Bu, kendi halifelerini Allah’ın emriyle seçen bütün peygamberlerin siretine de uygundur.

Ayrıca siz Hz. Ali (a.s) ile diğer halifeler arasında bir farkın olmadığını beyan ettiniz; bilmiyorum bilerek mi yanlışlığa düştünüz yoksa bilemeyerek mi? Çünkü akli ve rivayi deliller ve hatta icma esasınca, Hz. Ali (a.s) ile diğer halifeler, hatta ümmet arasında büyük bir fark vardır.

Hz. Ali Diğer Halifelerden Mütemâyiz İdi

Hz. Ali (a.s)’ı diğer halifelerden ayıran ilk özelliği onların bir grup insan tarafından seçilmesi, Hz. Ali (a.s)’ın ise Allah-u Teala ve Peygamber (s.a.a) tarafından seçilmesidir. Şüphesiz Allah-u Teala ve Peygamber (s.a.a) tarafından seçilen kimse, halk tarafından seçilen kimselerden üstündür. Allah-u Teala ve Peygamber (s.a.a) tarafından seçilen bir halifenin diğer halifelerden çok farklı olduğunu her akıl sahibi bilir.

Hz. Ali (a.s)’ı diğer halifelerden ayıran en büyük özellik, O’nun ilim, fazilet, şeref ve takvasıdır. Bir grup Harici ve Nasibiler dışında ümmetin bütün alimlerinin ittifakıyla Peygamber (s.a.a)’den sonra Ali (a.s) ümmetin en alimi, faziletlisi, şereflisi ve takvalısıydı.

Bu konuda bizzat Ebu Bekir ve Ömer’den rivayet edilen sayısız rivayetler de mevcuttur. Önceki geceler bunları bizzat muteber kitaplarınızdan rivayet ettim. Kur’ân da bunu teyit etmektedir. Şimdi de apaçık gerçekler anlaşılsın diye aklıma gelen bir rivayeti nakletmek istiyorum.

Ahmed bin Hanbel Müsned’de, Harezmi Menakıp’ta, Mir Seyyid Ali Hemedani Şafii Meveddet’ul- Kurba’da, Beyhaki Sünen’de ve diğerleri de kendi kitaplarında farklı tabirlerle Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:

“Ali sizin en aliminiz, faziletlinizdir ve en iyi hüküm vereninizdir. Onu (hükmünü, sözünü ve görüşünü) red eden beni red emiş gibidir; beni red eden Allah’ı red etmiş gibidir; bu da Allah’a şirk koşmak haddindedir.”‌

Büyük alimlerinizden İbn-i Ebi’l- Hadid, Nehc’ul- Belağa Şerhi’nde şöyle yazmaktadır: “Hz. Ali (a.s)’ın en faziletli olması eskiden beri söylenen bir sözdür. Ashap ve tabiinden bir çoğu bu inançtadır. Bağdat şeyhleri de bu manayı tasdik etmişlerdir.

(Yatsı namazı ezanı okununca, beyler namaza kalktı, namaz sonrası yapılan çay ikramından sonra sohbete devam edildi.)

İlk Derecede Sayılabilecek Kemal ve Faziletlere İşaret

Davetçi: Beyler siz namaz kılınca ben düşünüyordum, sonunda bir konuyu hatırladım. Bunu bir soru şeklinde sizlere aktarmak istiyorum. Size göre insana öncelik hakkı veren insani şerafet ve değerler nelerdir?

Şeyh: (Biraz sustuktan sonra) Elbette şerafet ve fazilet yolları çoktur. Allah-u Teala’ya ve Resulüne imandan sonra ilk derecede sayılabilecek kemal ve faziletler şu üç şeydir:

1- Soy ve nesep temizliği.

2- İlim ve bilgi.

3- Takva.

Davetçi: Allah-u Teala size güzel mükafat versin, biz de sizin fazilet ve kemaller ile ilgili seçtiğiniz bu özellikler esasınca konuyu ele almaya çalışacağız. Elbette halife veya diğer sahabilerin hepsi de bir takım hususiyetlere sahip idiler. Ama akli ve nakli kaideler esasınca bütün bu hususiyetlerin hepsine sahip olanlar diğerlerinden öncelik olma hakkına sahiptirler.

Eğer üç özellikte Hz. Ali (a.s)’ın öncülük ve saadet bayraktarı olduğunu ispat edecek olursak, siz de, Resulullah (s.a.a)’den menkul rivayetler esasınca Hz. Ali (a.s)’ın hilafet makamına daha layık olduğunu, sadece siyasi oyunlarla hilafet makamından uzaklaştırıldığı ve (İbn-i Ebi’l- Hadid’in Nehc’ul- Belağa Şerhi c. 1 s. 46’da beyan etmiş olduğu gibi) bunun siyasi oyunlar gereği maslahat olarak adlandırıldığını tasdik edeceksiniz.

Hz. Ali’nin Nesep ve Soyunun Temizliği

Evvela; nesep ve soy açısından Peygamber (s.a.a)’den sonra hiç kimse Hz. Ali (a.s)’ın şerafetine erişemez. Hz. Ali (a.s)’ın soy temizliği, bütün akıl sahiplerini, hatta Alauddin Mevla Ali bin Muhammed bin Kuşçu, Ebu Osman Amr bin Bahr Cahiz Nasibi ve Saduddin Mesud bin Ömer Taftazani gibi taassup esiri alimleriniz bile Hz. Ali (a.s)’ın; “Hiç kimse biz Ehl-i Beyt’le kıyas edilemez.”‌ sözü karşısında; “Biz de Hz. Ali’nin bu sözleri karşısında mahv ve hayranlık içindeyiz.”‌ demekteler.

Hakeza Hz. Ali (a.s) zahiri hilafet makamına eriştikten sonra (Nehc’ul- Belağa’nın ikinci hutbesinde) şöyle buyurmaktadır:

“Bu ümmetten hiç kimse Muhammed (s.a.a)’in Ehl-i Beyti ile mukayese edilemez; ilimlerinden yararlandıkları kimseler kesinlikle O’nlarla eşit olamaz. Onlar (Ehl-i Beyt), dinin esası, yakinin direğidirler. Aşırı giderek hak yoldan çıkanlar O’nlara döner; geri kalanlar ise O’nlara katılır. Velayet makamının özellikleri O’nlara mahsustur. Vasiyet ve veraset de (Resulullah’ın onların hakkındaki vasiyeti ve O Hazretten miras almaları da ) onlarda sabittir. Hak şimdi ehline döndü ve intikal etmesi gereken yerine intikal etti.”‌

Hz. Ali (a.s)’ın bu sözleri kendisinin ve Ehl-i Beyt (a.s)’ın hilafete daha layık olduğunu ve öncelikli olduğunu göstermektedir.

Sadece Hz. Ali (a.s) değil, muhalifleri bile bunu tasdik etmişlerdir. Nitekim Mir Seyyid Ali Hemedani Meveddet’ul- Kurba’nın 7. Mevedde’sinde Ebu Vail’den naklen Abdullah bin Ömer’in şöyle dediğini rivayet etmektedir:

“Biz Peygamber (s.a.a)’in ashabını sayarken Ebu Bekir, Ömer ve Osman’ı sıraladık. Adamın biri; “Ali’nin ismine ne oldu?”‌ diye sordu. Şöyle dedim: “Ali Ehl-i Beyt’tendir, hiç kimse O’nunla kıyas edilemez; O Resulullah (s.a.a) ile birliktedir ve O’nun derecesindedir.”‌

Hakeza Ahmed bin Muhammed Bağdadi’den şöyle rivayet etmektedir: “Abdullah bin Hanbel’den şöyle dediğini işittim: “Babam Ahmed bin Hanbel’e ashabın faziletini sordum. Babam, Ebu Bekir, Ömer ve Osman’ı sıraladı. Ben Ali bin Ebi Talib’i sorunca da şöyle dedi: “O, Ehl-i Beyt’tendir; bunlar O’nunla kıyas edilemez.”‌

Bundan da ilginç olanı, Hz. Ali (a.s)’ın nurani ve cismani iki boyutunun olmasıdır. Hz. Ali (a.s) bu açıdan Peygamber (s.a.a)’den sonra şahsına münhasır biridir.

Hz. Ali’nin Nurani Hilkati ve Hz. Peygamber’le Ortaklığı

Yaratılışın gerçek anlamı ve nuraniyeti açısından Hz. Ali (a.s) diğerlerinden daha üstün ve önceliklidir. Nitekim Ahmed bin Hanbel değerli kitabı Müsned’de, Mir Seyyid Ali Hemedani Meveddet’ul- Kurba’da, İbn-i Meğazili Şafii Menakıp’ta, Muhammed bin Talha Metalib’us- Süul’da Peygamber (s.a.a)’den şöyle buyurduğunu nakletmektedirler:

“Ben ve Ali Adem yaratılmadan on dört bin yıl önce, Allah’ın kudret elinde bir nurduk; Allah-u Teala Adem’i yaratınca bu nuru Adem’in sulbünde karar kıldı. Abdulmuttalib’e kadar tek nur idik; Abdulmuttalib’in sulbüne gelince bende nübüvveti, Ali’de ise hilafeti karar kıldı.”‌

Mir Seyyid Ali Hemedani Meveddet’ul- Kurba’nın 8. Meved-de’sini şu ibarelerle bu konuya özgün kılmıştır: “Sekizinci Mevedde Resulullah ile Ali’nin bir nurdan olduğu ve Ali’ye verilen özelliklerin insanlardan hiç kimseye verilmediği hususundadır.”‌

Bu Mevedde’de nakletmiş olduğu rivayetlerden birinde (İbn-i Meğazili de rivayet etmektedir ) üçüncü halife Osman bin Affan Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyruğunu rivayet etmektedir:

“Ben ve Ali Adem yaratılmadan 1400 yıl önce bir nur idik, Allah-u Teala Adem’i yaratınca bu nuru Adem’in sulbünde karar kıldı. Abdulmuttalib’e kadar tek nur idik, Abdulmuttalib’in sulbüne gelince bende nübüvveti, Ali’de ise hilafeti karar kıldı.”‌

Bir başka hadiste ise Peygamber (s.a.a)’in bu sözlerden sonra Hz. Ali’ye hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

“Ya Ali! Nübüvvet ve risalet bendedir; vesayet ve imamet ise sendedir.”‌

Bu rivayeti İbn-i Hadid de Nehc’ul- Belağa Şerhi’nin c. 2, s. 450’sinde Firdevs kitabının sahibinden rivayet etmektedir. Şeyh Süleyman Belhi Yenabi’ul- Mevedde’nin 1. babında Cem’ul- Fevaid, Fezail-i İbn-i Meğazili, Firdevs-i Deylemi, Feraid’us- Simtayn-i Himvini ve Menakıb-i Harezmi’den az bir kelime farklılığıyla, Peygamber (s.a.a) ile Ali (a.s)’ın nurani yaratılışlarının, varlıkların yaratılmasından binlerce yıl önce gerçekleştiğini nakletmektedir.

Bu rivayete göre her ikisi de Abdulmuttalib’in sulbüne kadar tek nur imişler, orada ayrılıyorlar; yarısı Abdullah’ın sulbüne geçerek Hz. Peygamber (s.a.a) vücuda geliyor, diğer yarısı ise Ebu Talib (r.a)’in sulbüne geçerek Hz. Ali (a.s) vücuda geliyor. Hz. Peygamber (s.a.a) nübüvvet ve risalet için, Hz. Ali (a.s) ise imamet, hilafet ve vesayet için seçiliyorlar. Nitekim nakledilmiş olan hadislerde de Peygamber (s.a.a) bunu bizzat buyurmuştur.

Harezmi Menakıb’ın 14., Maktel’ul- Hüseyn’nin ise 4. faslında, Sibt bin Cevzi Tezkire’nin 28. sayfasında, İbn-i Sabbağ Fusul’ul- Muhimme’de, Muhammed bin Yusuf ise Kifayet’ut- Talib’in 87. babında müsned olarak Şam Muhaddisi ile Irak Muhaddisi’nden, Ayrıca Mucem-i Taberani’den kendi senetleriyle nakletmiş olduğu beş rivayette Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

“Ben ve Ali bir nurdan yaratıldık, birlikteydik, Abdulmuttalib’in sulbünde ayrıldık.”‌

Bu rivayetlerin yüce manalı ve faydalı olmasına rağmen çok uzun olduğundan dolayı tümünü zikretmekten sakınıyorum. (İsteyenler o kitaplara müracaat etsinler).

Bu hadisin ibare ve lafız farklılıkları, Peygamber (s.a.a)’in bir mecliste buyurup da ravilerin farklı nakletmesinden değil; farklı mekanlarda farklı tabirlerle beyan etmesinden olabilir. Bu, rivayetin kendisinden daha iyi anlaşılmaktadır.

Hz. Ali (a.s)’ın Cismani Soyu Hakkında

Cismani açıdan da Hz. Ali (a.s) hem anne, hem de baba yönünden büyük bir şerafete sahiptir. Bu da O’nun özgün faziletlerinden biridir.

Hz. Ali (a.s)’ın ecdadı, diğerlerinin aksine Hz. Adem’e kadar hep muvahhid ve tevhid ehli olmuştur. Bu temiz sulp, hiçbir kirli rahimde yer almamıştır. Bu büyük iftihar, ashaptan hiçbiri için nasip olmamıştır. Hz. Ali (a.s)’ın soyu sırasıyla şöyledir:

Ebu Talib (r.a), Abdulmuttalib, Haşim, Abdumenaf, Kusay, Kilab, Murre, Ka’b, Luvey, Galib, Fihr, Malik, Nazr, Kenane, Huzeyme, Mudrike, İlyas, Muzır, Nizar, Meadd, Adnan.

Şeyh: Hz. Ali (a.s)’ın Ebu’l- Beşer Adem’e kadar soyunun muvahhid olduğunu söylemekle hata ediyorsunuz; biz zahire göre hüküm vermek zorundayız. Zira İbrahim’in babası Azer Kur’ân-ı Kerim’in apaçık beyanı üzere[8] putperest idi.


[8] - “Hani İbrahim babası (amcası veya üvey babası) Azer’e: “Bir takım putları tanrılar mı ediyorsun? Doğrusu ben seni de, kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum, demişti.”‌ (Enam/74)

PEŞAVER GECELERİ:Hz. Ali’nin Fazilet ve Menkıbeleri Hakkında Hadisler

PEŞAVER GECELERİ:Aişe’nin Hz. Peygamber’e Eziyet Etmesi

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)